“İnsanlık, ilk günden beri bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri bir söz bilir: ‘Şayet utanmıyorsan, dilediğini yap’.”
(Hadis)
Kendimiz yahut bir yakınımız yeni bir işe veya göreve başlayacağımız ya da bir borç yükü altına gireceğimiz zaman şöyle dua ederiz: Allah (cc) utandırmasın!
Zannediyorum insanın insanlığına en çok pozitif katkı yapan ve insana en çok yakışan ve yaraşan ve (mesela, cömertlik gibi) İlahî övgüye mazhar olan duygu, hayâ / utanma olsa gerektir.
Hem şimdilerde iktisadî, içtimaî, siyasî ve sair mahfillerde en çok dile getirilen şey de utanma duygusudur. Demek bu zamanda ve zeminde, iş hayatından şahsi ve toplumsal hayatın her tarafında iliklerimize kadar eksikliğini ve ihtiyacını hissettiğimiz duygu, utanma olmalı ki, hemen her gün duyar olduk.
İnsanî ve vicdanî bir his olarak utanma, yerinde ve zamanında kullanıldığında pek çok fenalıkların önüne geçtiği gibi, pek çok güzelliklere de kaynaklık edebilir. Mesela, kişi utanılacak bir iş yaptığında fıtrî semptomları devreye girer ve sahibinin yüzü kızarır. Eğer kızarmıyorsa, kişinin bu hissi dumura uğramış olmakla insan, manen tedaviye muhtaç hale gelmiş demektir. Bilhassa “ar damarı çatlaması” yaşadığımız bu zaman diliminde…
Son zamanlarda toplumsal hayatın her alanında ve her kesiminde, insanlığımızdan utanç duyacağımız o kadar çok “arsızlık” halleri yaşıyoruz ki, “pes!” demek bile kifayet etmiyor.
İmanın bir parçası olarak utanma halinin içtimai hayatta yok olmasının en birinci ve mühim sebebi, kuvve-i maneviyenin zaafa uğraması olmakla beraber başka sebepleri de vardır. Başta aile; eğitim sistemi, seküler hayat tarzı, sosyal çevre ve sosyal ortam, ekonomik durum, yanlış ve şekli dindarlık, adab-ı muaşeret / görgü kurallarının çağdışı olduğu telakkisi, zaaf-ı diyanet… gibi. Meseleyi tek bir sebebe indirgeyerek izah etmek utanmazlık sorununun çözümü adına eksik olur.
İnsan; bir hikmete binaen doğası/fıtratı gereği manevi bünyesinde zıtlıkları barındıran sosyal bir varlıktır. Alabildiğine şefkat ve merhamet sahibi olabildiği gibi hadsiz zulümlere de imzasını atan birisi olabilir. Fıtratına konulan kuvvelere / potansiyel güçlere şer’an sınır getirilmiş, fakat fıtraten had çizilmemiş olduğundan insan, bazen sahibini utandıran fiillerin de faili olabilmektedir.
İnsanî güzelliklerin menbaı olarak utanma hissi, nerede ve kimde hakiki manasıyla bulunursa, ortamı güzelleştirir; zıttı olan arsızlık da çirkinleştirir.
“Şarka bakmaz, garbı bilmez, edepten yok payesi,
Bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi.”
(Mehmet Âkif)
Utanmanın istisnası, sorumluluğun yerine getirilmesine mâni olan, hak ve hukukun korunmasına engel teşkil eden, iyiliği engelleyen utanma duygusu olup, dinin utanma tanımı ve anlayışı ile örtüşmez. Sahibini âciz hale getiren bu haller, utanma değil, çekingenlik halidir. Utanma halinin en güzel örneklerini Hz. Peygamber’in (as) Ashabının hallerinde görmekteyiz. Onların bu hali, dinin emir ve yasaklarını öğrenmekten alıkoymamış, en mahrem meseleleri bile Hz. Peygamber’e (as) danışmışlardır. Mesela, Hz. Âişe (r.anha) annemiz, “Şu ensar kadınları ne iyi kadınlardır! Utanma duygusu onları dini sorup öğrenmekten alıkoymuyor.” demiştir.
Basında yayınlanan son kamuoyu araştırmaları bize, toplumun temel sorunun sadece ekonomi ve güvenlikten ibaret olmadığı; aslında herkesin pekâlâ farkında olduğu toplumsal ahlaki yozlaşmanın olduğunu söylemektedir. Zaten bu yüzden “utanma” kelimesini sık duyar olduk. Eskiden şöyle derlerdi: “Şuyuu vukuundan beterdir.” Şimdi diyoruz ki, “Şuyuu beter, vukuu daha beter.” Memleket semasına yükselen çağımızın manevi yangın dumanlarını görmemek için gözlerimizi kapatamayız. Hem gözünü kapayan, gündüzü kendine gece yapar. “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” derler. Bizden hatırlatması.
Mübarek üç aylarınızı tebrik eder, hayırlara vesile olmasını rahmet-i Rahman’dan dilerim.
**