Tarihin ve talihin seyrini değiştiren insanlar vardır. Biz onlara Kahraman diyoruz. Sabrın olduğu gibi şefkatin de kahramanları vardır. Sabrınki Hz. Eyyüb (as) iken, şefkatin kahramanları bütün kadınlardır.
Kahramanlar, özel ve güzel insanlardır. Sanki kahraman olmak için dünyaya gelmişler, Yaratıcı Kudret, onların fıtri donanımlarını kahraman olmak üzere dizayn etmiştir. Hangi kahraman insana dair bir şey okumuşsam, o kahramanın, iki mühim hususiyetinin öne çıktığını gördüm: Sıdk / doğruluk ve emin / güvenilir insan olmak.
Memleketin emniyet ve asayişinde görev yapmış bir dostumla ziyaret etmiştik hâkime hanım Hesnâ Şener’i; haşir sabahında uyanacak, dallarında kuşların ötüştüğü, etrafı yemyeşil ağaçlarla çevrili Denizli Asri kabristanında.
1917 yılının bir bahar mevsiminde, gül diyarı Isparta şehrinin Senirkent bahçesinde bir çiçek açmıştır. Çiçekler hep güzel olur ya; adı da akıbeti de güzel olsun diye ismi Hesnâ olsun demişler. Esmâ, Hüsnâ, Hesnâ… Babası alay müftüsü Nuri Bey, mazlumların hak ve hukukunu korusun diye hukuk eğitimi aldırmış Hesnâ’sına. Anadolu’nun ilklerinden olmuş. Alim bir babanın rüyası, ehli gönül bir ananın hülyası, Rabia Adeviyye’nin izdüşümü, milli mücadelenin Kahraman Hoca’sı Son Süvari’nin duası, talebesi ve manevi evladıdır Hesnâ. Hem küçük Hesnâcık nereden bilecekti bir devre mührünü basacak, kıyamete kadar unutulmayıp hayır dualarıyla anılacaktır. Kader işte. Hükmünü böyle vermiştir.
“Deme şu niçin şöyle,
Yerindedir ol öyle,
Bak sonuna seyreyle,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.”(Erzurumlu İbrahim Hakkı)
Ona kalsaydı okumayacaktı, köyün çobanıyla izdivaç edecek, çoluk çocuğa karışacak, belki dini bütün bir kadın olacaktı. Son Süvari’nin özel elçisi Ali İhsan Tola’ya kendi hakkında şöyle serzenişte bulunmuştur: “Ne olacak benim halim? Ne dünyaya ne ahirete yaranabildim. Enaniyetten ne evlendim ne tesettüre girdim. Bunu düşününce rahmetli babama -bazen hakkım olmayarak- kızıyorum…” demiştir.
Bir kadındır belki; kanun namına kanunsuzluğun hükümferma olduğu erkek egemen, tek adam düzeni nazara alındığında, erkeklerin bile cesaret edemeyeceği beraat kararına 1944 haziranında imza atacak kadar cesur, bir o kadar da adildir Hesnâ Hanım. Devletin dininin adalet olduğunu herkesten ziyade o bilmektedir. Ebed-müddet denilen devlet mülkünün temelini sağlam atmak gerektiğini de…
Dile kolay, otuz üç yıl, emir hep yükseklerden gelse de Bediüzzaman’ın Kahramanlar Ocağı iltifatına mazhar olan Denizli’de, efendisini adalet bilmiş, adalet terazisini doğru tutmuş, mülkün temelini sağlamlaştırmak ve devletin dinini ayakta tutmak için üveyik tedirginliğinde çırpınıp durmuştur.
Dünya da dünyalıklar da fanidir. Fakat insan, bekaya / sonsuzluğa namzet yaratılmıştır. Bakiye müteveccih yaptığı işler de beka bulacak, baki meyveler verecektir.
Hesnâ hanım da dünya tarlasına, baki meyve verecek bir beka fidanı dikmiştir: Beraat!
1975 yılının sıcak bir temmuz ayında, üveyik misali kanatlanmış, ardında, kıyamete kadar yad-ı cemil olarak kalacak, unutulmayacak bir güzel isim bırakarak ötelere uçup gitmiştir. Temmuzun sıcağı sadece bedenleri değil, yürekleri de yakmıştır. Senirkent’te gözlerini merhaba deyip dünyaya açan, adaletin izzetini muhafaza eden hâkime hanım Hesnâ, gözlerini Denizli’de elveda diyerek kapatmıştır. Lakin Denizlililerin ona elveda demeye niyetleri yoktur. Onu gönüllerine ve Denizli toprağına emanet bırakmaları için yakınlarına ricada bulunurlar. Ricaları kabul edilir ve Hesnâ Hanım, Sonsuzluk Yurdu’na Denizli Asri Mezarlığı’ndan uğurlanır. Ebedlere kadar ruhu şad, makamı cennet olsun.
Baki kalan şu kubbede baki sesler, hoş sadâlar bırakan bahtiyarlara ne mutlu!