Çağımızın modernizmi, hazcılığı öneriyor. Hazcılık; sosyal medyada çok beğeni almayı, şöhret olmak adına para kazanma hırsını, kolay ve kısa yoldan zengin olmayı, insanların büyülü dünyasına girip bol alkış alma isteğini oluşturmaktadır. Zira haz, bencilliği tetiklediği gibi insanların lüks ve konfor talebini de oldukça artırdı. Maalesef sosyal medya, televizyon dizileri, sözde sanatçı ve aydın kesimlerin yönsüz hayat tarzları gençliğe model olarak gösteriliyor. Bütün bunlar, gençliğe hazza dayalı ve tamamen toz pembe bir bakış açısı dayatıyor. Gerçek hayatta durum tam tersi ya da daha farklı çıkınca da bocalayan, en basit bir olayda yıkılıp depresyona giren, sorumsuz bir gençlik söz konusu oluyor. Elbette bu hal insanı hızla dünyevileşmeye ve tüketime götürüyor. Bunun yanı sıra insanların lezzet ve eğlencenin peşinde koşması, yaşam kalitesinin artırılması ve günden güne artan talepler, istekler, arzular... Sırf haz uğruna huzur evine terk edilmiş yaşlılar. Gençleri adeta tek dünyalığa hazırlayarak yarış atına çeviren stres dolu sınavlar… Böylece hayat amaçsız yaşanınca, birey istediği herşeyi elde etmeye sınır tanımayarak konforu artırmayı amaç edinir hale geldi. Hakikaten bu yaşananlar, bu dünya sanki ebedi ve insan ebediyen yaşayacakmış gibi akla getiriyor.
Öte yandan günümüzde oyun yaşındaki çocukların canlarının sıkılması çok düşündürücü. Elbette bu onların haz odaklı yetiştirildiklerinin delilidir. Malum haz bitince yerine can sıkıntısı başlar. Maalesef günümüzde insanlar keyfine düşkün olup rahat olmaya odaklandı için, bunu yeni nesile de farkında olmadan enjekte etmektedir. Elbette keyif, rahat ve haz bitince oyun yaşındaki çocuğa bu durum can sıkıntısı olarak yansır.
Hem hazzın getireceği gerginlikler insana hiç iç huzur sağlar mı sanıyorsunuz? Bilakis bu gerginlikler insanı bunalıma, strese ve belki depresyona sürüklemesine sebep olur. Elbette hayatı iki dünyalı değil de bir dünyalı yaşamak, insanı çöküntüye ve çözümsüzlüğe götürür. Bu bağlamda "Her şeyim var ama mutlu değilim!" diyenleri duyar gibiyim. Zira daha önce Batı’daki gençliğin intihar edildiği söylenirdi. Ülkemizde ise sessiz ve yalnızca odasında intihar edenler televizyonlarda sık sık gösteriliyor.
O halde insanın dünyaya geliş amacı, haz almak ve rahat bir yaşam içerisinde yaşamak değildir. Ancak bundan kasıt; hiç dinlenmemek demek değildir. Çünkü iyi bir kul olabilmek, sağlıklı olmayı gerektirir. Bu nedenle hiç dinlenmeden sürekliliği devam eden bir çalışma iyi sonuç getiremeyeceği gibi, insan psikolojisine de olumsuz yansır. Özellikle dinlenmeden aşırı çalışmak, insanı bedenen ve ruhen yorar. Bu yorgunluk, onun Allah'a olan kulluğu dahi ihmal etmesine neden olabilir.
Örneğin; bir insan gündüz yorulup gece uykusunu yeterince alamazsa daha önce gece namazını kılıyorsa uyanamayabilir, veya sabah işe giderken arabasıyla kaza yapmasına sebep olabilir. Veyahut o gün içinde işine odaklanamayıp yarı uykulu haliyle verimli olamayabilir; vesaire... O halde kişi zaman zaman sınırlı ölçüde dinlenmeli, ama bu dinlenme sınırı aşıp insanın tembelleşmesine neden olmamalıdır. Bu dinlenme ve çalışma, planlı bir şekilde olmalıdır.
O halde amacımız rahat olmak olmamalıdaki kastımız, insanın yaşamında haz ve zaafların esiri değil, Allah'a iyi bir kul olmayı başarmasıdır. Aksi halde insanı tembelleştiren rahatlık, kendisinin iyi bir kul olmasına engel olur, gevşer ve dini umursamaz hale gelir. Böylece ahireti değil dünyayı ön plana almış olur. İşte mümin böyle bir rahata düşman olmalıdır. Zira böyle bir insanın rahatı bozulduğu an, onun ruhi bunalımlara ve depresyona girme ihtimali yüksek olur.
Nitekim Bediüzzaman hazretleri, "Helal daire keyfe kafidir." diye ne güzel buyurur. Ancak haz amaçlı yaşayan insan; helal-haram demeksizin sınırsız haz, lezzet, keyif ve rahatın peşinde koşarak, onun bu niyeti Allah rızasının önüne geçer. Dolayısıyla manevi hastalık olan hazzın yerine uhrevi amaç edinmeli ki, kişi böyle bir hastalıktan kurtulmuş olabilsin. O amaç ise, dünyada Allah'ın rızasını kazanmak için azık toplamaktır. Hakikaten imanın lezzetini alan, dünyevi lezzet ve hazlar için küçülmez. Hem insanın maneviyatının güçlü olması, onun zaaflarına karşı iradesini de güçlendirir.
Öte yandan Filistinli kardeşlerimiz her ne kadar savaş içerisinde hayat mücadelesini veriyorsalar da (en doğrusunu Allah bilir ) onların manen bizlerden daha mutlu olduklarını düşünüyorum. Çünkü onların hedef ve amaçları çok büyük... Onlar, "Ya şehadet ya zafer!" diyerek o necis Siyonitlerle Allah rızası için cihat ediyorlar. Hakikaten Allah rızası, insanı coşturup ruha bayram ettiriyor. Ne ulvi bir amaç bu!... Hem bir Yahudi eliyle şehit olmak ne kadar onur verici bir durum. O onurlu can kardeşlerime ne mutlu!..
Ama maalesef halkımızın çoğuna ise, dünyaya geliş amacı bile aşılanmıyor. Ayrıca insanın bedenine yatırım var ama ruhuna yatırım yapılmıyor. Böyle olunca da toplum anlam arayışını anlamsız görüyor. Halbuki insan, ruh ve bedenden oluştuğu için bedeninin isteklerine çözümler sunup, kendi ruhun ihtiyaçlarını görmezden gelemez. Dolayısıyla insanoğlu, ruhunun ihtiyaçlarına çözüm sunmadığı sürece onun bunalıma girmesi önlenemez. O halde asıl çözüm, beşeri kanunlarda değil, İslamiyet'tedir.