Sihir denilince ilk akla gelen Hz. Musa’dır. Onun döneminde sihirbazlık ön plandaydı. Firavun, sihirbazlarını kullanarak Hz Musa’yı mağlup etmek istemişti. Sihirbazları asalarını yere atınca yılana dönüşmüş; buna karşın Hz. Musa’nın elindeki asa da yılana dönüşüp onları yutmuştu. Sihirbazlar çağında Musa peygamberin kekeme olması ve kelam isminin onda tecelli etmesi gösteriyor ki elin yetmediği yerde dil imdada gelmektedir.
Asırlar sonra, sözün sultanlığını ilan ettiği bir dönemde esrarlı bir dil ile ortaya çıkan Bediüzzaman Hz. Musa’nın bu esrarlı asasına telmihen bir eserinin ismini Asa-yı Musa koyacaktır.
Hz. Musa’nın döneminde kehanet ve sihir, Hz. Mustafa (s.a.v) döneminde şiir vardı. Hz. Musa, Firavun’un sihirbazlarının sihirlerini mağlup edip peygamberliğini tescillediği gibi Hz. Mustafa da, kendisine inen Kur’an’la Arap şiirinin zirve yaptığı bir dönemde muhalifleri ile söz savaşına girerek onları mağlup etmiş, peygamberliğini tescillemiştir.
Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderildiği çağ şiirin başrolde olduğu, şairlerin kutsandığı bir dönemdir. Kur’an-ı Kerim, sözün egemen olduğu çağda Hz. Muhammed’in en büyük, en açık mucizesiydi. Kur’an öyle bir belagat ve fesahatla gelmiştir ki dönemin büyük şairlerine kendini hayran bırakmıştır Bir ayetindeki belagat bile Müslüman olmadığı hâlde nicelerini secdeye sevk etmiştir. Bununla beraber bazıları Kur’an’a “sihrunyü’ser” (devam edegelen veya diğerlerinden üstün sihir) diyerek Kur’an’daki üstün gerçekliği reddetmişlerdir.
Hz. Muhammed şair olmadığı halde, hatta bütün hayatında birkaç şiir dışında şiir okumamasına rağmen sözlerindeki büyüleyici etki nedeniyle şairlikle ve sibirbazlıkla suçlanmıştır. Sözlerini bazen sihir, bazen rüya, bazen şiir isnadıyla kabul etmek istememişlerdir.
Hz. Muhammed ilahi kelam ile gün yüzüne çıkınca bir kısım Yahudiler sihir ve tezvir yoluna saptılar. Süleyman Peygamber üzerinden Hz. Muhammed’i suçladılar. “Süleyman, Muhammed'in dediği gibi bir Peygamber değildi. Sâhir bir hükümdardı. Sihirlerini mûcize gibi gösterirdi.” diye iftiralar attılar.
Gaybın anahtarı şiir
Mekke, ticaret kadar şiirin de merkeziydi. Dört bir taraftan gelen şairler gâh panayırlarda, gâh Kâbe’de boy gösterirdi. Şiirler Kâbe duvarlarını süslerdi. Şiir o dönemde en önemli geçer akçeydi. Zira şairlerin göklerde saklı sırları bildikleri düşünülürdü. Gerçekten de fıtratı bozulmamış bazı has şairler gayb perdesini önsezileriyle aralamışlardı. Söyledikleri sözler, verdikleri haberler doğru çıkıyordu. Bundan dolayı sözleri çok dikkate alınıyor, bazen şairler yüzünden kavgalar çıkıyor, yine şairler aracılığıyla barış sağlanıyordu.
600 yılına yaklaşılırken Arapların meşhur şairi Kuss bin Sâide,Ukâz panayırında devesinin üzerinde kendinden geçmişçesine şiirler söylemeye başlamıştı. O gün Varaka ve Hz. Hatice de oradaydı. Kuss bin Sâide, Varaka’nın dostuydu. Herkes de bilirdi ki o boş ve batıl konuşmazdı. Şairin “Allâh’ın indinde bir din var ki, şimdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir.” sözleri kısa süreli bir uğultuya sebep olmuştu. Zira yeni dinin gelmesi eskisinin hükmünün kalkması demekti. İnançlarına katı şekilde bağlı olanlar birden hareketlenmişti. Kısa süre sonra uğultu gürültüye dönüşmüş, kargaşa oluşmuştu. Bazıları tepkilerini artırıp şairin üzerine yürümüştü. Onlara göre bu şair büyücü ve yalancının tekiydi besbelli. Peygamber beklentisi içinde olan bazıları da sözlerdeki derin gerçeği fark ederek şairi sahiplenmiş, onu korumaya çalışmıştı. İşte yine hakikati söylediği için bir şair linç edilmeye kalkılmış; onu savunmaya çalışanlar da yara almıştı.
Son nebinin geleceğini söyleyen şaire karşı takınılan sert tavır ikisini de çok ürkütmüştü. Demek beklenen son peygamber sözün sultanı olacak, insanları etkileyecek, toplumun bozuk inanç ve ahlak sistemini ve düzenini tamir edecek, bu durum değişimden hoşlanmayan bazılarını rahatsız edecek, kavgalara hatta savaşlara sebep olabilecekti.
Varaka bütün bunları biliyordu. Evet, son peygamber geldiğinde bazı bahtsızlar onun söz ve davranışlarından rahatsız olacaklar, onu hayaller gören şair olarak niteleyecekler, sihirbaz diye hakaretler edeceklerdi.
Risale, sihir ve şiir
Sehhar, büyü gibi bir kuvvetle çeken, büyü yapan demektir.
Şâir-i sâhir, büyüleyici söz söyleyen şair demektir.
Bediüzzaman beyanda sihir olduğunu belirterek şairi sahire, yani sihirbaza benzetir.
Sözün gücü imgelerde saklıdır. Arapça acz kökünden gelen i’caz, sözün arşıdır. Mucize gibi muhatabını acze düşüren bir söyleyiş biçimidir. İncelikli ve zekice söylenen sözlerle muhatabını çaresiz bırakıp kendine hayran eder. Muhatap anlam olarak kabul etmekte zorlandığı bir duruma söyleyişteki çarpıcılık nedeniyle teslim olur.
Kur’an ezelden ebede sözün büyüsünün en yoğun ve konsantre olduğu kutsal sözler bütünüdür. Bediüzzaman Kur’an’ın eşsiz büyüleyici söz dizimine dikkat çekmek için “Kur’an’ı mucizül beyan’ kavramına vurgu yapar.
Klasik şiirde şair ve sahir (sihirbaz) sık karşılaştırılır. Etkileyici sözleri nedeniyle şair sihirbaza benzetilir hatta ondan daha üstün olduğu iddia edilir.
Klasik Türk şiirinde şairler adeta sihirbazlarla yarış içerisindedirler. Şair-sâhir çerçevesinde kurulan benzetmelerde şair daima sâhirden üstündür. Sanatta asıl olan güzellik duygusu ve estetik haz oluşturmaktır. Sihir/büyü etkisi ne kadar güçlüyse güzellik duygusu ve estetik haz oluşturma etkisi de o kadar güçlü olur.
Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde üstün mimari özellikleri olan yapılar için “sihr-i icaz” ve “sihr-i mübin” terimlerini kullanır.
Klasik Türk şiirinde söz sihir ve büyü, şair ise sihirbaz ve büyücü olarak kabul edilir. Yunus Emre gibi dini hassasiyetleri bilinen bir şair bile sözün halktan değil, Halık avazından geldiğini söyleyerek sözün insanüstülüğüne ve sihirsel gücüne vurgu yapar. Evet, anlamın künhüne erenin sözü arştan gelir. Sözün Yaradandan gelişini ilhami olarak tarif eder.
Klasik Türk şiirin üç büyüklerinden Şair Nef’i kendini büyücü olarak tanımlar.
Bazı şairler ise şiirlerinin büyülü gücünü ifade eden mahlaslar kullanmışlardır. Bu anlamda, Sihrî ve Sâhirî mahlasları dikkat çeker.
İfâde gücü olan kimse kötü olan bir şeyi güzel göstermeye, güzel olan bir şeyi de kötü göstermeye muktedirdir. İşte bu bakımdan, bu kimsenin sözü sihre benzer.
(Fahruddin er-Râzî)
Güçlü bir söz muhataplarını başka dünyalara göç ettirebilir. Ulvi, yüce âlemlere çıkarabileceği gibi süfli, nefsi âlemlere de götürebilir,