Destanlar İçre Bekir Berk

Mustafa Oral

(1926-1992)

Büyük insanlar büyük davalarla büyürler. Büyük davalar rüyayla başlar, destanla devam eder. Büyük hayatlar kundakta başlar, kefenle sona erer. Bu asrın büyük adamı Bediüzzaman’dır. Onun da dünyayı değiştirecek bir rüyası vardır. I. Dünya Savaşı öncesidir. Ağrı Dağı infilak etmiş, dağ gibi parçalarını dünyanın her tarafına dağıtmıştır. O dehşet içinde annesine seslenir. ‘Ana, korkma. Cenab-ı Hakk’ın emridir; O Rahimdir ve Hâkimdir.’ O anda mühim bir zat amirane seslenir: İ’caz-ı Kur'an’ı beyan et.

Uyanır. Anlar ki büyük bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılâptan sonra Kur’an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'an kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'an'a hücum edilecek; i’cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'cazın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddinin fevkinde olarak, Said gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğunu anlar.

O rüyayla insanlığın imanını kurtarmayı dava edinir. Hayatını her şeyiyle bu yüce ideale tahsis eder. O rüya ve o rüya gibi hayat yıllar sonra Risale-i Nur olarak gün yüzüne çıkar. Altın harflerle iman destanını yazar. Kıyamete kadar bu destanın sesi olacaklar kendisine bildirilir. Bekir Berk onlardan biridir. O da Bediüzzaman gibi kundaktan kefene muhteşem bir hayat yaşar.

Bir rüyayla destanın doğuşu

Bekir Berk 1926 yılında Ordu’nun Uzunhisar nahiyesinin Delikkaya köyünde dünyaya gelir. Babası Mustafa Bey komiserdir. Ataları, Rus mezaliminden korunmak için Bekir Bey komutasında tekneyle Ordu’ya gelip yerleşmiş Çerkezlerdir. Annesi Fatma Hanım Bitlis’ten Ordu’ya göç eden Kureyş’in Haşimi koluna mensup bir ailenin kızıdır.

Ailenin göç damarı yaşamaya devam eder. Babası düğmeye basar. Bir akşam, “İstanbul’a gidiyoruz hanım. İki haftaya kadar yola çıkacağız.” diyerek Bekir’e Bediüzzaman yolunu açar. İstanbul’a gelip Beşiktaş’a yerleşirler.

Küçük Bekir sabahları ekmek almak için fırına gider. Her gün iki ekmek alır; birini sahildeki balıklara verir, diğerini eve getirir. Ay sonu geldiğinde babası fırına giderek hesabı ödemek ister. İki kat ekmek aldıklarını anlayınca şaşırır. Oğlunun ekmeğin birini balıklara verdiğini öğrenince gözlerinden şükür yaşları boşalır. Bekir’in daha o günlerde dünyaya beş para ehemmiyet vermeyen, elindekini avucundakini ihtiyaç sahiplerine veren şefkat kahramanı, yüce gönüllü bir insan olacağı bellidir.

Babası Çerkez kökenli bir komiserdir. Komiserlikle Çerkezlik birleşince kaçınılmaz olarak evde disiplin uygulanır. Bundan dolayı Bekir babaya karşı mesafelidir. Kalabalıklardan ürker. Annesi sığınılacak yegâne liman olur.

Ayasofya hicranı

Annesi çağın ızdırabını sinesinde taşımaktadır. Oğlunun elinden tutup camileri gezdirmektedir. Bekir’in İslam fedaisi olmasını istemekte, Hızır’dan medet dilemektedir. Bu niyetle sık sık Ayasofya Camiine gitmektedir. “Ayasofya Camiinin iki direği arasında bilmem kaç rekât namaz kılan, Hızır’ı görürmüş.” diye bir söz duymuştur. O da bu inançla namazını kılmış ama Hızır’ı görememiştir. Bunun üzerine hüngür hüngür ağlamış, gözyaşları içinde eve dönmüştür.

O gece rüyasında bir zat, “Hatun, ne istiyorsun? Neden bu kadar ağladın?” diye sorar. O da Bekir’i göstererek, ‘Oğlumun İslâm fedaisi olmasını istiyorum!’ der. Bunun üzerine o zat Bekir’in başını okşar. O hal ile uyanır.

Bekir annesiyle her Cuma sabahı Ayasofya Camiini ziyaret ederler. Bir sabah geldiklerinde Caminin tahta perdelerle çevrili olduğunu görürler. Kapıda duran bekçiye sebebini sorarlar. Bekçi cevap veremez, yutkunur, ağlamaya başlar. Gözlerine dikkat ettiklerinde, sabahlara kadar ağlamaktan kıpkırmızı olduğunu fark ederler. Mesele anlaşılır. Cami kapatılarak müzeye çevrilmiştir.

Annesi çözülür. “Başımıza bu da mı gelecekti?” diye ağlamaya başlar. Küçük Bekir, ‘Ana, korkma. Cenab-ı Hakkın emridir; O Rahimdir ve Hâkimdir.’ diye annesine teselli veren Genç Bediüzzaman’ın sesini hatırlatan bir sesle annesini teselli eder: Merak etme anneciğim. Büyüyünce ben onu açtıracağım.

Ayasofya kapansa da ana-oğul ‘belki açılmıştır’ umuduyla her hafta sonu Ayasofya’ya gitmeye devam ederler. Ama her seferinde aynı manzarayla karşılaşırlar. Tahta perdelere hapsedilmiş bir cami ve gözlerindeki yaşı gönlüne hapsedememiş, ağlayıp duran o bekçi…

Bekir’de de her şey Üstadının rüyasını hatırlatan muhteşem bir rüyayla başlar. 9 yaşındaki Bekir o gece rüyasında, Efendimiz’in (asm) ordusunda Ebu Cehil ordusuna karşı savaşmaktadır. Yanında Hz. Ebu Bekir (ra), Hz. Ömer (ra), Hz. Ali (ra) ve diğer sahabeler vardır. Peygamberimiz savaşa katılmak isteyen Bekir’e miğferini ve zırhını giydirir. Kendisinin de Bekir’i seyredeceğini söyler. Kâfirlere karşı savaşmak üzere emirler verir. Bunun üzerine Bekir ordunun başına geçer. Kalelerden kalelere uçarak düşmanı mağlup eder. Bütün kaleleri düşürüp düşmanları yendikten sonra tekrar Huzur-u Peygamberiyeye varıp neticeyi arz eder. Hazreti Peygamber iltifatkâr sözlerle onu över. Ardından İslam’ın ve Müslümanların müdafaası için vazifelendirdiğini söyler.

Bekir bambaşka âlemlerdedir. Bu arada yatağından kalkmıştır ama rüya ayakta devam etmektedir. Hazır ol vaziyette, tam bir teslimiyetle Peygamberimize tekmil vermektedir: Yaparım Efendim! Emredersiniz Efendim! Baş üstüne Efendim! Cebelden cebele atlarım Efendim! Binerim Efendim! Giderim Efendim! Haydi, askerler ileri!

Teheccüde kalkan annesi onu hayranlıkla seyretmektedir. Kalbi yerinden çıkacak gibidir. Bekir tekrar yatağına yatar. Az sonra uyanır. Annesinin yanında olduğunu fark eder. Gözleri kapalı olduğu halde, rüyanın asudeliğiyle ses verir. “Anneciğim rüyamda Peygamber Efendimizi gördüm; bana emirler veriyordu. Ashabıyla beraberdim.”

Annesi hayretler içinde kalır. Gözyaşları içinde hayretini ifade eder.

“Aman Ya Rabbi! Aman Ya Rabbi! Müjde oğlum! Bu rüya bir müjde. Efendimizin (asm) zırhını giymek herkese nasip olmayan bir şey. Herhâlde sen bu devrin Ebu Cehilleriyle savaşmakla görevlisin.”

O gece, oğlunun kulağına fısıldar. “Sen büyük adam olacaksın oğlum. Okuyup büyük işler yapacaksın.”

O peygamber rüyasından sonra kader Bekir’i ümmetin işlerinde istihdam edecek, “Ümmeti! Ümmeti!” diye inleyecektir. Bekir’e Bediüzzaman’ın yarım kalan ebedi rüyasını tamamlayacak yollar açılacaktır. Bu rüya yıllar sonra onu Üstada götürecektir. İstanbul’da başlayan rüya Isparta’da gerçekleşecektir. Değil mi ki ikisinin arkasında da önce Allah sonra anaları vardır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.