Nadire Batu’nun yazısı
Peygamberimiz, “Sizin için en çok korktuğum şeyler riya ve şöhrettir.” diye buyurur. Ancak günümüz insanları şöhretin ne kadar çok zorlukları olduğunu bilmedikleri için şöhret olmayı istemektedirler. Hâlbuki şöhret, dışarıdan görüldüğü gibi değil; içi yalnızlık ve karanlıktır.
Nitekim şöhret olan insan hep göz önünde olduğu için, insanların beğenisini alarak, böbürlenip riyaya kapılabiliyor. Bu nedenle riyaya kapılan kişi, insanların ilgileriyle daha çok gaflete ve günaha dalarak âdete kendini kaybeder. Daha sonra doğru yoldan uzaklaşarak huzursuz olur. Böyleleri, çoğunlukla bencil ve sadece kendilerini düşünenlerdir.
Ancak bir insan bütün hal ve hareketleriyle örnek olacak şekilde şöhret olmuşsa, kazanç içindedir. Örneğin şöhret olmuş bir insan bu hâliyle hayırlar dağıtır ve tebliğ yaparak sesini dünyaya duyurmaya çalışmakla şartları yerine getirirse, inşallah kârlı bir kazanç içinde olacaktır.
Şart koşulanların bir kısmı da şunlardır:
Bir insan yoksullara yardım ederken böbürlenmez, riya ve gösteriş yapmaz, kendini insanlardan üstün görmez, yapılan iyilikleri kendine mal etmeyip Allah’tan bilir ve bütün bu yapılanları Allah rızası için yaparsa, kendisi için kârlı bir kazanç olur.
Tabii böyle bir başarıyı elde etmek kolay değil, riskli ve tehlikelidir. Çünkü insan her an riyaya kapılabilir. Ancak nefis İslâm’ın kurallarıyla terbiye edilirse, bu yapılan iyilikler kolaylaşır.
Nitekim veli insanlar, şöhretin riskleri nedeniyle şöhretten hep uzaklaşarak, kendilerinde bulunan kerametleri dahi söylememiştir. Onların kerametleri talebeleri tarafından söylenmiştir. Bu nedenle veliler kendilerinden riyaya kapılmayacağına dair emin olmazken, bizler kim oluyoruz da kendimizden emin olup güvenebiliyoruz? O halde kendimize dikkat ederek, iyiliklerimize riyanın karışıp karışmadığını sorgulamalıyız.
Şayet bir kişi, mü’min bir şahsa, bir başka mü’min kardeşinin kendisinden daha bilgili olduğunu söyler ve bunun üzerine mü’min ‘inşallah öyledir’ derse, kendisinde riya gibi kalbi hastalıklar varsa da inşallah yavaş yavaş kurtulacağı umulur. Onun bu hali, büyüklenmemenin delilidir. Zira büyüklenmeyen kişi, kalbi hastalıklarını bilir ve tedaviye başlar.
Hakikaten insana ait hiçbir şey yok! İnsanın kendisi dahi kendine ait değil. O halde her şey Allah tarafından insanlığa verildiğine göre, şöhreti veren de O’dur. Bu nedenle Allah’ın verilenleri ile böbürlenmek saçmalık değil mi?
Şayet mü’min konuşma üslubuna dikkat edecek şekilde güzel tebliğ yaparak şöhret olmuşsa, onu konuşturan Allah’tır. Aksi halde hiç beceremez. Bu nedenle mü’minler, kendilerine verilen İslâm nimetini riyaya kapılmadan insanlara söylemekle mükelleftir.
Nitekim bir damla sudan ve çamurdan yaratılan insan; kan, idrar ve buna benzer şeyleri taşıyor. O halde sonsuz aciz ve her şeye muhtaç olan insana ne oluyor da kendini bir şeyler zannediyor!
Ancak Allah’ın karşısında kendini küçük gören ve mü’minlere de mütevazı davranan, Allah katında yücelir. Unutmayalım ki yücelmek, kendini küçük görmenin içindedir.
Zira bizler, sadece irade özgürlüğümüz ile kapıyı açık tutuyoruz. Aksine zayıf ve aciz olduğumuzun ilerisine gidemeyiz. Bu nedenle her şey Allah’tan olup, tek övülmeye layık ancak O’dur.
Bu nedenle herkes kendi içinden şunu düşünmelidir: "Varsayalım dünyada bulunan insanların tümü beni sevip yüceltiyor. Şayet Allah benden razı değilse, bunun ne değeri ne kıymeti var! Çünkü hepsi gelip geçicidir."
O halde nefsimize pay çıkarmadan güzel olan her şeyi Allah'tan bilip, geç olmadan salih ameller işleyerek, bu dünya fırsatını değerlendirmeye çalışmalıyız.