Hanife Töre’nin yazısı
Esselâmü aleyküm.
“Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır!”
( Bediüzzaman Said Nursî)
Ne harika bir söz ve bakış açısı!
İnsanlık var olduğu günden beri, var olmuştur hep iyi ve kötü.
Bu dünyanın düzeni, yazılımı; iyiyle kötünün, hayırla şerrin, güzelle çirkinin, geceyle gündüzün vb. bir arada olmak üzerinedir. Olmalıdır da.
Zira İlâhî takdirin hikmetlerinden biri de şer, çirkin, hayır, gece, kötülük vb. şeyleri, zıtlarına “sır” eylemiş olmasıdır.
Yani zemin olmak, güzelliği, iyiliği, hayrı vb. parlak bir ayna gibi göstermek için var etmiştir.
Zira aslı cam olan ayna, bir tarafına siyah renkte olan “sır” denen madde ile boyanmakla ayna olur; parlak yönüne yönelen her şeyi gösterir hâle gelir.
Bu dünyadaki kötülük, karamsarlık, çirkinlik, şer vb. durumlar da “sır” olup, her şeyin iyi ve güzel yönüne yönelip bakanlara güzelliği, iyiliği, hayrı ve hakikati parlak bir şekilde göstermek hizmetiyle var edilmiştir.
Bu perspektiften bakacak olursak, gerçekten de baş edebildiklerimiz, baş edemediklerimiz ve etmek istemediklerimiz; aynanın hangi yönünden bakıyor olduğumuzu gösteriyor esasında...
Örneğin, fizik bedene yöneldiğimiz kadar, mânevî, rûhî yön, duygu, düşünce ve hislerimize yönelseydik, yine aynı olur muydu hayat?
Olumsuza odaklandığımız kadar güzele ve güzel görmeye odaklansak, aynı mı değerlendirirdik acaba hadiseleri?
Tefekkür, duygu ve hislerimizi; ben merkezli ve olumsuz bir bakış açısıyla olaylara (yani aynanın siyah yönüne) odaklayıp, sanki iyi olan, hayırlı olan yalnızca benmişim gibi, her iyilik ve güzelliği yalnızca ben hak ediyormuşum gibi bir duruşla mı görüp duyardık hayatı?!
Peki, bu âlemdeki tüm varlıklara —en yakınlarımdan başlayarak insanlara— benim katkım nedir?
İyi hissetmelerine ne kadar vesile oluyorum?
İyilik ve faydalı olma adına ne yapıyorum?
Bu soruları sormadan, yalnız kendi âlemime odaklanıp; tefekkür, duygu ve his âlemimizin şeffafiyetini katılaştırıp, karartıp (aynanın siyah yönüne çevirip), duyarsız ve umarsız görünüp; bu hâli de kendimize perde edip, umarsızlık perdesi ardında gönül gözünden içimizde ırmaklar akıtarak benlik girdabına mı kapıldık?
Oysa tefekkür, duygu ve hislerimizin her biri; Rabbimizin Esma-ül Hüsna’sının nakışlarına ve tecellilerine birer gözdü ve birer aynaydı!
Her duygu, his ve düşünce iki yönlü değil midir sizce de?
Siyah - beyaz… Güzel görmek veya çirkin görmek… İyi veya kötü düşünmek…
Tıpkı bir ayna gibi! Ve tıpkı bir göz gibi; gören, gösteren yönüyle birlikte, görmeyen ve gösteremeyen yönü de olan...
Oysa aynanın siyah yönü gösteremese de, camın ayna olmasının sırrı olarak camın ayna olmasına zemin olmaktı hizmeti.
O zaman, duygu, his ve düşüncelerimizin negatif yönü, pozitifi gösteren bir zemin olabilir mi? Ne dersiniz?
Sanırım çoğunlukla gözümüze siyah gözlük takıp, aynanın da siyah yönüne bakmayı tercih edip; hadiseyi olduğu gibi görebilmeyi bekliyoruz!
Meselâ sırtımızda taşıdığımız altın dolu bir sepet olsa, taşıdığımızı yük olarak görür müydük?
Yoksa sadece var olmak, “ben de varım” diyebilmek ve görünür olmak için mi olumsuz duygularla bakar ve seslenir olduk hayata?..
Oysa bize verilen tefekkür, duygu ve his; bizi iki (pozitif - negatif) yoldan götürebilecek bir sermayedir.
Tefekkür ve duygularımızın diliyle ve sesiyle, en kârlı, en güzel, en faydalı ve iyi hissedip, iyi hissettirecek yönden bakarak; şu hayatta hoş bir sâda bırakabilmek ve âhirete gittiğimizde de hoş yankılarla karşılaşabilmek duası ve dileğiyle...