Asrımızın dehşetli hastalıklarından biri de ülfet hastalığıdır. Öncelikle kavramsal olarak incelemeye çalışalım. Ülfet; lügat manası olarak alışkanlık, alışma manalarına gelmektedir. Ülfet bir hastalık, bir kalınlık ve bir kabalıktır. Risale-i Nur literatüründe ise hakikati örten kesif(yoğun) bir perde, manaların üzerini kapatan kalın bir örtü olduğu ifade edilmiştir. Ülfet, alışkanlık kazandığı şeyi göremez hale getiren, varken yok eden bir negatif mana taşımaktadır. İlintili kavramlar “cehl-i mürekkep ve nazar-ı sathidir.” Cehl-i mürekkep, bilmemekle beraber, bilmediğini de bilmemek. Nazar-ı sathi ise, olaylara, hadiselere yüzeysel bakmak ve manasına nüfuz etmemektir.
Bediüzzaman hazretleri “cehli mürekkebin hemşiresi ve nazar-ı sathinin annesi olan ülfet…” diye tanımlamıştır. Başka bir tabirle “Cehli-i mürekkebi intaç eden ve nazar-ı sathiyi tevlit eden ülfet…” diye ifade etmiştir.
Bediüzzaman hazretleri ‘nazar-ı sathi zulümatlıdır’ diyerek aslında ülfetin ve nazar-ı sathinin karanlık neticeler doğurduğunu ifade ediyor. Buradan da anlaşılacağı üzere ülfet ve nazar-ı sathi manaların üstünü örter kapatır. İnsanın, o derin hazinelere ulaşmasını engeller ve gizli mücevherleri bulmamız önünde kalın bir perde oluşturur. Bu hastalık insanlara doğrudan doğruya şükür kapısını kapattırır. Maazallah, şirk kapısını açar ve dalalete saptırır. Bu manalarla ilgili olarak Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nurda “Aldanmayın… Muhakeme edin… Nazar-ı sathi ile iktifa etmeyiniz… Göreceksiniz ki: Her bir hakikat-i İslamiye necm-i münir gibi bürhan-ı neyyirdir.” gibi ikazlarıyla bizleri uyarmaktadır.
İnsanların aldanmamaları, muhakeme etmeleri ve kâinatta meydana gelen ilahi hadiseleri yüzeysel olarak değerlendirmememizi ifade etmektedir. Kâinatta var olan ve yaratılan her bir varlığın perde arkasındaki sonsuz ilme, kudrete ve iradeye dikkat çekmek gerektiğini hatırlatır. Mesela harika, muazzam, hikmet ve kudret eseri olan en küçük bir çiçeği yaratan Sanatkârını görmezden gelebiliyoruz. “Normal bir çiçeğin yaratılması” gibi deyip gaflete düşebiliyoruz. Ya da her gün doğan güneşin varlığı için her sabah kalkıp ‘çok şükür bugün de güneş doğdu’ diyebiliyor muyuz? Veya aklımıza geliyor mu? Belki de pek az kişinin aklına gelmiştir. İşte bu gafletin en büyük nedeni ülfet ve alışkanlık belasıdır. Bunlar sadece en basit bir iki örnektir.
Ülfet sadece akla değil kalbe de bir perde olur. Biz manaları anlamaya çalışmadığımız zaman kalbimizi de köreltir, paslandırır. Çünkü akıl nurunu kalpten alır. Kalp de ayine-i Samed’dir. Allah’ın isimlerinin en büyük tecelligahıdır. Bu sebeple kalp, nurunu İmandan ve Marifettullah’tan alır. Eğer akıl, nurunu ve kaynağını kalpten almazsa mutlak cehalet ve zulmete dönüşür. Kalp ve akıl iflas etti mi yardımcıları olan diğer letaifler ve duygular da elbette iflas edecektir. Bundan dolayıdır ki ülfet insanın hem kalbi hem de akli duygularını köreltir ve mahveder.
Ülfet ve nazar-ı sathi psikolojisinde olan biri uzun vadede idrak melekelerini köreltir; algılama, mukayese etme, hakikatten beslenme, ibretle bakma, derin düşünme, nefsini sorgulama, kendini yenileme, hali âlemi tetkik, araştırma ve güzel örneklere bakma gibi pek çok filtreleri tıkar. Ülfetle insan, baka baka bakar kör olur. Bakar ama görmez. Anladığını sanır ama anlamaz. Bildiğine inanır ama hakkıyla bilmez. Hissettikleri, duydukları, zevk ettikleri, gün geçtikçe dünyadan tesirini kaybeder. Ülfet zihne dökülen manaların ve gördüğü hakikatlerin derinliğine dalar. İncilere ulaşır. Rabbi’ni her yerde ve her şeyde görür, bilir ve tanır.
İşte Risale-i Nur'lar aslında baktığımızda esas manasıyla bu ülfeti kırmak içindir. İnsanı sürekli olarak hikmetli derslerle tefekküre yöneltir. Her şeyde asay-ı Musa gibi vurduğu yerden iman nurunu fışkırtır, kör gözlere gösterir ve gaflet perdesini parça parça eder. Sahip olduğumuz kendi bedenimize bile karşı o kadar cahil ve kör kalmışız ki çoğu zaman bizi yaratan mutlak kudret ve hikmet sahibi bir Zat’a ait olduğumuzu unutabiliyoruz. Bize verilen duygular ve organlar nereden geldi, nasıl geldi, nasıl idare ediliyor, ihtiyaçları nereden temin ediliyor, haberim olmadan meydana gelen milyonlarca işi kim düzenliyor kim ayarlıyor? Belki de bu manalar çok az aklımıza geliyor ya da hiç gelmiyor? Bu ülfet ve nazar-ı sathiden bir an evvel kurtulup Rabbimizin esma ve sıfatlarını görmek, okumak ve yaratılış gayemiz olan Marifettullah ilmine ulaşmamız gerekmektedir.
Bediüzzaman hazretleri çarpıcı bir ifadeyle gaflete düşen ehl-i imanı bu şekilde uyarmaktadır: “…ali hakikatlere karşı dikkatsizlik ile hürmetsizlik etme!. Gizli defineler hükmünde olan Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri kâinat kitabında kelime kelime, cümle cümle, satır satır, sayfa sayfa yazılmıştır. En küçük sinekten en büyük yıldıza kadar her bir varlık Allah’ın ayetlerinden biridir. Bu yüksek hakikatlere dikkatsizlikle bakıp hürmetsizlik etmememiz lazım.
Kur’an’ı Hâkim adet ve ülfet perdesini keskin beyanatlarıyla yırtarak harikulade meydana hadiseler arkasındaki dest-i kudreti, hadsiz ilmi ve hadsiz hikmeti görmemizi sağlar. Birkaç ayetle ifade edelim:
En başta aklımıza gelen ayetlerin sonunda Cenabı Hakk sürekli “hiç akıl etmez misiniz, hiç düşünmez misiniz,” gibi ifadelerle bizleri ülfetten hakikate çıkarıyor. Kur’an-ı Hâkim ise bu sırra binaen insanların nazarını melufata (alışık olan şeylere) çeviriyor. Başka ayetlerde ise şöyle buyuruyor:
-Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. (Kaf Suresi, 6)
-Meyve ve sebzelerin, tat ve koku, renk ve şekillerine bak! Bir de odun olan ağaç ve toprağa bak! Ondan onu çıkaran kimdir?
Bu gibi ayetler bizlere teyakkuz vermekte ve intibaha getirmekte ve ülfet perdesini keskin beyanatlarıyla yırtmaktadır.
Kur’an ilimleriyle meşgul olmak ülfet belasından bizleri kurtarıp hidayet nurlarına mazhar eder. Tefekkürle okumak bizler için çok mühimdir.
Bir sonraki yazımda ise ülfet belasından kurtulma çarelerine bakacağız. Vesselam.