Rabbimizi Nasıl Tanıyoruz?

Mehmet Fatih Beyaz

Marifetullah kavramı, Risale-i Nur’un birçok yerinde geçmekte ve halife-i arz olan insana kendi asli vazifesini hatırlatmaktadır. Kelimenin köküne inildiği zaman marifet; bilmek, ikrar etmek gibi manalara gelmektedir. Fakat Risale-i Nur’da temel kavram karşılığı olarak vazife-i fıtrat ve fariza-i zimmet” olarak geçmektedir. Yani ‘asıl yaratılış gayemiz ve üzerimize farz olan hakiki vazifemiz’ olarak değerlendirebiliriz.

Risale-i Nur’dan başka bir pencereyle bakıldığı zaman Marifetullah; İlahi hakikatlere vukufiyet, kalbin inkişaf hali, Rabbimizin isim ve sıfatlarının tecellilerini tefekkür etmekle erişilen mertebe, diye anlamak mümkündür. Risale-i Nur ise baştan başa marifetullah dersini bizlere vererek yaratılan her bir varlık da Allah’ın isim ve sıfatlarının izini, yüzünü ve özünü bizlere gösterir.

Kur’an-ı Hâkim insana daima marifet dersleri vermektedir. Örneğin; Allah’ın adıyla (Bismillah) ile başlar hemen ardından Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu bildirir. Bu bir marifettir, yani Allah’ın kim olduğunu tanıtmaktır. (Rahman ve Rahim olarak)

Başka cihetten baktığımız zaman Kur’an’da “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” ayeti de dikkat çekicidir. Öncelikle kendimizdeki ilahi tecellileri okuyup sonra kâinata açılıp daha büyük tecellileri okuruz. Aza ve duygularımızı, hücrelerimizi, kalbimizi ve ruhumuzu okuruz. Bütün bu cihazları bize verip terbiye eden Cenab-ı Hakk’ın, rahmetini, keremini ve lütfunu bilmiş oluruz. Okudukça bildikçe onun rububiyetine, rahmetine keremine ve lütfuna karşı marifetimiz artmış olur. Ve bizi yaratan Rabbimizi daha iyi tanımış oluruz. Teşbihte hata olmasın -bir arkadaşımızı bildiğimiz ve tanıdığımız oranda ona karşı muhabbetimiz artar-. Aynen öyle de Rabbimizi de bu manalarla ne kadar çok bilip ve tanırsak o nispette Muhabbetullah hakikati inkişaf eder ve Rabbimizi daha çok sevmeye başlarız. Çok sevdiğimiz oranda ise ruhumuz huzur ve huşu ile dolar.

Günde beş vakit namazda okuduğumuz ve ülfet belasıyla bir türlü manasına nüfuz edemediğimiz Fatiha suresinde ne gibi mana hazinelerinin olduğunu görememekteyiz. İlk ayette Rabbimizi “Rabb-ül Âlemin” olarak tanırız. Altındaki mana yoğunluğunda ise “O bizim Rabbimiz olduğu gibi bütün bitkilerin, hayvanların, meleklerin, cennet ve cehennemin semanın, gezegenlerin, yıldızların ve tüm kâinatın Rabbidir” hakikatini düşünmemiz gerekir. Özelden genele doğru iman ufkumuzu genişlendirmemiz gerekir.

Buradan hareketle Bediüzzaman hazretleri Marifetullah’ı; “gayat-ül gayat” ve “Kâbe-i kemalat (bütün mükemmelliklerin merkezi)” olarak tanımlar. Yani Marifetullah, ille-i gaye dediğimiz en birinci ve en üstün gayedir. Bununla beraber kâinattaki bütün mükemmelliklerin ve güzelliklerin de merkezi hükmündedir. İnsanı hadsiz nimetlerle kuşatan ve donatan ve şefkatle perverde eden ve kâinattaki güzel ve nakışlı sanatlarla bu âlemi süslendiren ve ihsan ettiği nimetleriyle kendini bize tanıttırmak ve sevdirmek isteyen bir Zat’a karşı elbette bizlerinde iman, ibadet, Marifetullah ve ibadet hakikatleriyle kendimizi ona sevdirmemiz gerekmektedir.

Nasıl ki bizlere hiç ummadığımız bir tarzda nimetler ve ihsanlar bahşedilse, kıymetli mücevherler verilse, her türlü ihtiyacımız giderilse düşünürüz ki, elbette bu merhamet sahibi Zat’ın kimdir, O’nu tanımak ve teşekkür etmek fıtri bir haldir ve edilmelidir. Hatta bizlere küçük bir hediye alan birini dahi merak edip onu tanımak, görmek ve teşekkür etmek isteriz. Aynen öyle de bütün kâinatı insanın hizmetine sunan ve hizmet ettiren, ummadığımız bir yerden ve hak etmediğimiz bir tarzda bizlere hadsiz nimetler bahşeden Cenab-ı Hakk’ı, marifetullah hakikatiyle yarattığı her varlıkta O Zat’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini görmemiz, bilmemiz ve tanımamız gerekir.

Marifetullah uçsuz bucaksız bir semadır. Cenab-ı Hakk’ın marifetinde ne kadar ileri gidersek gidelim yine önümüzde sonsuz bir mesafe vardır. Peygamberimiz (asm) mir’aç hadisesinden önce de Marifetullah ilminde en ali makamdaydı. Mi’raca çıktığı zaman Rabbinin isimlerinin mertebelerini gezdi, meleklerin makamlarını gördü, Cennet ve Cehennemi gördü, arş âlemini gezdi. Bütün bunlara mukabil: “Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben seni hakkıyla tanıyamadım, bilemedim” dedi. Bir hadis-i kudside de Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Allah’ı hakkıyla ancak kendisi bilir.”

Bediüzzaman hazretleri, Marifetullah hakikatini kendinde derç eden bir insanın, insaniyetin en ali mertebesi, beşeriyetin en yüksek makamı” sıfatlarına sahip olduğunu ifade etmektedir. Aynı zamanda “Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu; marifetullahtır ve onun üss-ül esası da iman-ı billahtır”.1

Elbette ki Marifetullah hakikatini kısa ve öz yazmak elbette ki zordur ve bu kadarıyla da sınırlı değildir. Dediğimiz gibi uçsuz ve bucaksız sahili olmayan dipsiz bir deniz gibidir. Amacımız sadece bu kavramlara birer pencere açmak…

Selam ve dua ile…


1) Sözler ( 316 )

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.