Kâinatta Cârî Olan Teâvün (Yardımlaşma) Kanunu Nasıl İşlemektedir?

Mehmet Fatih Beyaz

Teâvün; kökü Arapçadan gelmekte olup yardımlaşmak ve birbirine muavenet etmek anlamlarına gelmektedir. İmâni tabirle ise Allah’ın yarattığı canlı ve cansız varlıklar arasında bir yardımlaşma kanunudur. Kâinatın yaratılışında külli bir kanun olan teavünü izah etmeye çalışalım. Kâinatta cari olan bu kanun, nasıl işlemektedir? Nasıl anlamalıyız?

Öncelikle teavün kavramıyla ilintili kavramlara bir göz atalım.

Tesânüt; lügat manası olarak karşılıklı yardımlaşma dayanışma anlamlarına gelmektedir. Aynı şekilde teavün hakikatinde olduğu gibi kâinatta, en küçük zerreden en büyük yıldıza kadar bütün varlıkların birbiriyle dayanışma ve uyum içerisinde çalışmasını ifade etmektedir.

Teânuk: Kelime olarak, kucaklaşmak ve kenetlenmek manalarına gelir. Yani; kâinat ve unsurları arasında öyle şiddetli bir ilişki ve münasebet var ki adeta birbirlerine kenetlenmiş ve kucaklaşmış gibidirler. Yani tecezzi kabul etmez bir külldür (Parçalanmaz bir bütün gibi).

Tecâvüb: Kelime manası olarak birbirine karşılıklı cevap verme, haberleşmek manalarına gelir.

Kâinat, bu dört kavram sayesinde bölünmez bir bütün gibidir. “Bir cüz kimin ise bütünde (küll) ona aittir” manasını bize ders vermektedir.

Bediüzzaman hazretleri bu külli kanunları şu şekilde ifade etmektedir: "Kâinatın heyet-i mecmuasındaki (külli bir kanun demek istiyor) teâvün, tesanüd, teânuk, tecâvübden tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Ulûhiyettir ki, Bismillâh ona bakıyor.”

Kâinata bakış açımız her daim mana-i harfiyle olması gerekir. Varlığa, Yaratıcı hesabına bakmak marifet ilmidir. Felsefenin bozuk kısmı her şeyi çirkin, korkunç gösteren siyah bir gözlüktür. İman ise, her şeyi güzel, ünsiyetle gösteren, şeffaf, berrak ve nurani bir gözlüktür. Buradan hareketle kâinatta yaratılan her bir varlığa karşı iman gözüyle bakmak ve her bir sanatlı varlıkta Rabbimizin isim ve sıfatlarını görmek ve tanımak insanın yaratılışının temel gayelerinden biridir. Dikkat gözlüklerini takarak, hikmetle seyrederek, marifet balını yaparak, iman ikliminde teneffüs ederek rıza vadisinde yol almak gerekir.

Felsefenin çirkin gözüyle kâinata bakıldığında, teavün gibi nice hakikatler gizlenir, söner. Buradan hareketle iman gözlüğüyle bakan biri kâinatı meyyit (ölü), cansız, ruhsuz değil aksine teavün sırrıyla Kayyumiyet’e uzanan külli bir kanun-u ilahi olarak görür. Bütün kâinatın adeta birbiriyle şiddetli münasebetlerinin olduğunu idrak eder. Bediüzzaman hazretleri “Sivrisineğin gözünü halk eden Güneşi dahi o halketmiştir” ifadesi çok manidardır. Bu manidar hakikatten şöyle bir mana çıkarılabilir: “Hangi çekiçle o göz oraya yerleştirilmiş ise aynı çekiçle de o güneş oraya yerleştirilmiştir.” Bu vecize, muhteşem bir sırr-ı tevhide işaret eder. Kâinatın, tek bir elden çıktığını ve yaratıcılarının bir olduğunu gösterir. Çünkü aralarındaki şiddetli alaka ve münasebetler bizi tek bir Zat’a götürür. Mesela, bir insanın vücudunda bir hücreyi yerleştirmek için bütün vücudun azaları ve hücreleri dikkate alınarak hücre oraya yerleştirilir. Vücudumuzdaki bütün organların ve hücrelerin hareketi ve yapıları birbirine bağlıdır. Kalp organının, kanı bütün damarlara göndermesi ve çalışmalarına sebep olması bir nevi yardımına koşması bu hakikatin bir ucudur. Bir fabrikanın çarkları gibi.

Başka bir cihetten bakacak olursak “Bir küll ne şeye muhtaç ise cüzü de o şeye muhtaçtır.” Ağacın tümü için olduğu gibi, bir tek yaprak için de baharın gelmesi, dünyanın dönmesi, güneşin doğması, suyun verilmesi gerek. Tek bir meyvenin dahi yaratılması doğrudan doğruya bu etkenlere bağlıdır. Dolayısıyla kâinat bu şekilde birbirinin imdadına koşmakta ve birbirlerinin ihtiyaçlarına cevap vermektedirler. Bu hadiseler birbirinden bağımsız değildirler. Sonuç olarak bu hakikat ortaya çıkıyor: “Bütün âlemin maliki kim ise ağacın da yaprağın da çekirdeğin de sahibi O’dur. Yoksa o ağaç yapıyor değil.” Bir unsurun dizginini tutan, umumun dizginlerini tutamazsa, o tek unsurun dizginini zabtedemez.

“Ferdiyet cilvesi, kâinat yüzünde öyle bir sikke-i vahdet koymuştur ki, kâinatı tecezzi kabul etmez bir küll hükmüne getirmiştir. Bütün kâinata tasarruf edemeyen bir zât, hiçbir cüz'üne hakikî mâlik olamaz.”

Bu külli kanun, kâinattan çekildiği zaman feza dağılır belki bir kıyameti koparacaktır.

Haftaya devam edeceğiz.

Selametle…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.