Ahir zamanın Dehşetli Günahlarından Nasıl Korunabilirim?

Mehmet Fatih Beyaz

Yaşadığımız asrın dehşeti ve günahların hücumuyla insanı her an inandığı yoldan ayırabilecek ve dalalete saptırabilecek dünyevi haz ve lezzetler, vesveseler ve felsefenin dinsiz cihetinden gelen küfre götürebilecek fikirler insanın başına çok büyük belalar açmıştır. Böyle bir zamanda imanımızı hem muhafaza etmek hem de kurtarmak çok zorlaşmıştır. Adeta insanın etrafı, çepeçevre günah düşmanlarıyla çevrilmiş ve yoğun bir bombardıman altında olduğunu her birimiz hissedebiliyor ve görebiliyoruz.

Peygamber Efendimiz (asm) ifadesiyle “Ahir zamanda bir insan sabah mü’min olarak uyanır akşam eve kâfir olarak döner” demesiyle asrın dehşetini kendi ashabına ve sahabelerine söylemiştir. Ve o mübarek sahabeler bunu işittikleri vakit o zamanda bu asrın dehşetinden Allah’a sığınmışlardır. Sahabe efendilerimiz de şöyle dua etmişlerdir: “Allah’ım bizleri ahir zamanın fitnelerinden muhafaza eyle!”

Bediüzzaman hazretlerine ikinci dünya savaşı gibi büyük bir savaş sırasında “Niçin bu büyük meseleyi dinlemiyorsun ve takip etmiyorsun?” sorusuna cevaben aynen bunları söylemiştir: “Evet bu cihan harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme davasından daha ehemmiyetli bir dava, herkesin ve bilhâssa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle bir dava açılmış ki; her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek davayı kazanmak için bilâtereddüd sarfedecek.”

Demek ki bu büyük dünyevi savaşlardan daha büyük olan savaş nefsimizle cihadımızdır. Nefis ve şeytanın şerrinden ve günahlardan imanımızı muhafaza etmek ve kurtarmak en büyük savaş ve en büyük meseledir. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm), Tebük seferi dönüşünde ashabına “küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz” demiştir. Büyük cihadı yine nefsimizle olan cihat manasına dikkat çekerek ashabına meselenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu ifade etmiştir.

Peki, bu dehşetli asırda imanımızı en kolay ve en sağlam bir şekilde nasıl muhafaza edebiliriz? Kuvvetli, tahkiki ve sağlam bir imana sahip olmadan kendimizi muhafaza etmek oldukça zordur. Bu zamanda imanımızı kurtarmanın ve kuvvetlendirmenin ve tahkiki yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur’dadır. “Risale i Nurlar dahi imanın muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden; herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.1

Öncelikle bizlerin Risale-i Nur dairesine girmemiz ve Risale-i Nurları dikkat ve tefekkürle okumaya gayret sarf etmek ve Nurlardan istifade etmek birinci görevimiz olmalıdır. Risale-i Nurlar Kur’an’ın bu zamanda manevi bir mucizesi olduğundan dolayı aklımız, kalbimiz, ruhumuz ve bütün duygularımız ondan istifade ederek vücudumuzun her bir noktasına ve zerresine iman tohumunu eker ve nakşeder. Vücudumuzun her bir köşesinde kökleşir. Artık hiçbir vesvese, günah ve dalalet kökleşmiş olan imanımızı sökemez ve sarsamaz. Bin yıllık bir çınar ağacını düşünsek ki kökleri ta derinlerde ve uzakta olan o kadim ve tahkim ağacı sökmek ve kökünden çıkarmak çok zordur. Aynen bunun gibi Risale-i Nur vasıtasıyla her zerremize giren ve kökleşen imanımızı hiçbir kuvvet sökemez.

Bediüzzaman hazretleri ayrıca takva ve amel-i salih üzerinde çok durmaktadır. Takva; günahlardan içtinaptır, çekinmektir. Amel-i Salih ise emir dairesinde salih ameller işlemektir. Bu dehşetli zaman ve zeminde şerri def etmek, hayırların celbinden daha önemlidir. Örneğin, yıkılmış bir evi tamir etmek yerine onu süslemek ne kadar manasız olur. Bu zamanda ise şer vazifesi gören günahlar içerisinde bu günahlara karşı takva zırhını kuşanıp onları def etmek sonrasında ise salih amellere yönelerek o zırhı cilalamak, süslendirmek ve kuvvetlendirmek esas olmalıdır. Yani takva kalesine manevi erzak ve mühimmat yollamaktır. Yani önce günah düşmanlarına karşı savunma sonra amel-i salihle taarruz yapmak.

Bu iki kavram aynı zamanda birbirini tamamlayan ve teyit eden kelimelerdir. Hem takva içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir haramın terki vâcibdir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.2

Yine Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur.3 buyuran Bediüzzaman hazretleri, takva ve ameli Salih dairesinde hareket ettiğimiz takdirde kurtulacağımızı bizlere müjdelemektedir.

"Risale-i Nur şakirtlerinin, bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmak gerektir." (Kastamonu Lahikası, 103.Mektup)

"Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur’ân tezgâhında yapılan takvâdır. Ve siperiniz Sünnet-i Seniyyedir. Ve silahınız ise istiaze veistiğfar ve hıfz-ı ilahiyeye ilticadır." (Lem'alar, On Üçüncü Lem'a, İkinci İşaret)


1. Sikke-i Tasdik-i Gaybi

2. Gençlik Rehberi(136)

3. Gençlik Rehberi (135)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.