Necip Fazıl Kısakürek, Türk şiirinin son dönem en seçkin şairlerinden biridir. Şiirdeki kelimeleri kullanma tekniği, anlam örgüsü ve psikanalizleri benzersizdir.
Zindandan Mehmet'e Mektup şiiri bu yönüne örnek olarak gösterilebilir. 27 Mayıs darbesiyle hapse düşen şair, Sinop Toptaşı Cezaevindeki halet-i ruhiyeyi beliğane resmeder. Şiir, 1960 ihtilalinin zalimane gölgesi altında bunalan şairin Allah'a tevekkül edişini ve imanî şahlanışıyla son bulur.
Şiiri birlikte okuyalım mı?..
Zindan iki hece Mehmetim lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Birde geri adam boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed` im!
Kavuşmak mı? ... Belki... Daha ölmedim!
İki heceden ibaret olan zindanın gerçekte bambaşka bir alem olduğunu, içerideki farklı suç ve tiynetteki insanların mecburen bir arada olduğu ve her sayımda aynı safta dizildiğini bahsederek söze başlar. Baba katiliyle babanın bir safta olması iç mekan olarak zindana özgü bir paradoks ise de, dışarıda şuursuz ya da safimeşrep şahsiyetlerin celladıyla birlikte iş tutmasına da bir göndermedir. Oğlu Mehmed'e yine de "Allah'tan ümit kesmemesi"ni öğütler.
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yolda tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak
Burada mekanın fiziksel tasviri yapılmaktadır. Yollar kavuşmak içindir ama burada yollar adamı tutmaktadır. Gidiş ve gelişlerin yani atılan voltaların buluşmaya ermediği tek yer burasıdır. Buna ancak sabırla dayanmak mümkündür.
Bir alem ki, gökler boru içinde!
Akıl almazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Burası öyle bir alemdir ki, normalde başınızı kaldırdığınızda görebileceğiniz geniş gökyüzü burada ancak soba bacasından görülebilir. Mahkumsanız o kadar görebilirsiniz. Sorular cevapsız, mantık işlemez haldedir. Burası sözün bittiği yerdir. Hukukun ve vicdanın işlemediği darbe döneminde keyfilik vardır ve dışarı çıkmanın emmaresi gözükmemektedir.
Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, Bir kaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
bahçeye diktiği üç beş karanfil...
İdamlık Ali, saf, masumdur. Zulmün kurbanıdır. Adam asmak kayıt mühür işlemleriyle yapılan hukuk adalet ve vicdana ihtiyaç duyulmayan işlemlerdir. Nitekim 12 Eylülcüler, eşitliği sağlamak için, "bir sağdan bir soldan" adam astıklarını itiraf edeceklerdi yıllar sonra. Bahçeye kilen üç beş karanfil masumiyet ve saflığı ifade etmektedir. Ki geriye kalan da budur.
Müdür bey dert dinler bu gün 'maruzat'!
Çatık kaş... Hükümet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
Anlamaz ruhuma geçti bilekçem!
Çatık kaşlı ceberrut yönetimin sözde dert dinleme seremonisini kaydeder şair. Hem kaş çat, hem de maruzat dinle, olacak iş midir? Ve bedeni hapiste olsa da ruhunun hür olduğunu ancak kaderden de kaçılamayacağını dile getirir.
Saat beş dedi mi, Bir yırtıcı zil;
Sayım var, Maltada hizaya dizil!
Tek yekün içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemiyet
Urbalarla kemik, Mintanlarla et.
Bu tür ortamlarda insan sayısal değerden ibarettir. Hırsızlarla arsızlarla bir tutulmanın rahatsızlığını hissettirmektedir.
Somurtuş ki bıçak, Nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yüzünde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem;
Öp beni anlımdan, Sen öp seccadem!
Zindana hükmeden veya tesir eden insanların beden dilini, yaklaşım biçimini resmetmektedir. Somurtuşların bıçak kadar keskin, bağırışların tokat gibi sert ve gözlerdeki kararmanın ziftten kat kat siyah olduğunu söyler. İnsanlardan şefkat ve merhamet beklemektense Cenab-ı Erhamürrahimin'e iltica etmenin huzurunu namaz edasında vurgulamaktadır. Gözler yüzler değil; seccadenin sıcaklığı sarmaktadır yüreğini.
Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, Duman duman erisin!
Çay mübarek bir içecektir. Derslerin, sohbetlerin, tefekkürün ve sabrın şahidi olan bir içecektir. Çay içmekle tesbih çekmek, çay içmekle çile çekmek ve "Bu da geçer ya Hu" demek kabilinden tevekkülle geçirmek zor vakti kısaltır, insana teselli verir.
Peykeler duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler
Duvar katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... beynimi içtin!
Cezaevinde oturaklar, yataklar, duvara yapışık yapılardır. İnsanların tıkıştığı ve insan terinin keskin biçimde koktuğu ve duvarların yağ gölgesiyle grileştiği bir fotoğraf vardır. Duvar, dış aleme engeldir. Hapishanenin insanı öğüten ömrünün en verimli dönemini heba eden yüzüne isyan etmektedir.
Sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez Dünyadan nazar.
Yerinde mi acep ölü ve mezar
Yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç varda kalan biz miyiz?
Burada insanın tek yapabileceği şey sessizce düşünmektir; hayal kurmaktır. Acaba dışarıdaki alemde neler olup bitmektedir? Olağanüstü bir gelişme var mıdır? Zindan tecridi mezara benzetilmektedir. Haber alamayan ve haber alınamayan insanın ölüden farksız olduğunu dile getirir.
Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelirki elde kader bu emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünya ya kapalı, Allah`a açık.
İnsanların demir düdükle ve demir soğukluğundaki emir kipiyle yönlendirildiği bu alemde kullanılan aletler de dayanıklı olsun diye demirdendir. Porselen tabak cam bardak yoktur. Kaderin tecellisi de "emir demiri keser" cinsindendir. Ama "imansız insan sarayda da olsa zindandadır. İmanlı insan zindanda da olsa bahtiyardır."
Dua dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, Bir tütsü Bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu.
İmanın teslimiyetin ve iç huzurun bu kaotik ortamda dahi verdiği huzuru resmeder şair. Boşluğu ören insanın ruhuna tütsü gibi üfleyen hoşnutluk böylesi bir güzelliktir işte.
Ana rahmi zahir şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa dimdik doğrul ve sevin!
Şair ayağa kalkmak için doğrulacaktır. Pes etmek, ümitsizliğe düşmek, yılmak bize yakışmaz. Zindan bize zindan olamaz. Burası ana rahmi gibi yeniden doğuşun silkinmenin ve dirilişin miladıdır. Bu duraksama bir sorgulama fırsatıdır ve yeniden doğuş için bir fırsattır. Öyleyse atalet zindanından sıyrılıp davranmak ve engellerimizle boğuşma zamanıdır. Çünkü omuzumuzdaki yük ağır bir yüktür. Dimdik yürümek ve acıyı içimize gömüp, ümit verme zamanıdır.
Mehmed'im sevinin başlar yüksekte!
Ölsekte sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu teker kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
Ve şahlanış bölümüyle noktayı koyar büyük şair. Şartlar ne olursa olsun başlar yüksektedir. Zira bu davanın mağlubu da galiptir. Allah'ın nurunu tamamlayacağına dair vaadi vardır. Dolayısıyla merak buyurmayın yolda kalmayızdır. Zafer inananlarındır. Ezel ve ebed sahibinin tevfik ve inayeti vardır.
SOSYO-PSİKANALİZ DEĞERLENDİRME
Şiir hem bir dönemin darbe keyfiliğini hem o gün zindanlarda tutulan insanların halet-i ruhiyelerini hem de cezaevinin resmeden bir zabıttır. Her kelimesi her yaklaşımı ve her tasviri manzaranın dört bir yönünü ortaya koymaktadır.
İnsanı zor dönemde sağlıklı tutan sırrın ise güçlü iman ve Allah'a iltica olduğunu ortaya koymaktadır.
Peşpeşe sıralanan kelimeler, deklanşöre basılan kareler, çelişkili durumlar ve sırıtan objeler birbirini tamamlamaktadır. Peykeler, duvarlar, yollar, pencereler tersine iş görmektedir. Zindanı mezar olmaktan çıkaransa, azim ve ümittir.
Necip Fazıl Kısakürek'e bilvesile Cenab-ı Hak'tan rahmet niyaz ederim.