Muhabbet duygusu o kadar değerli, o kadar özel, o kadar hassas ki, yanlış bir muhataba tevcih edildiğinde insanın dünyasını altüst eder.
Muhabbetle çoğu kez "tutku", "aşırı bağlanma" veya en çok kullanılan şekliyle "aşk" olarak karşılaşırız.
Aşkımız aşka karşılık verirse ne ala. Dönüp bakmazsa al sana birinci bela.
Diyelim ki karşılık verdi ama kavuşamadın; şartlar kavuşmanıza yol vermedi al sana ikinci bela.
Kavuştunuz velakin sizi ansızın terk etti veya hayal kırıklığına uğrattı veya güzelken çirkinleşti veya bir hastalık bir kazayla ya da yatalak oldu. Bu da üçüncü bela ihtimali.
Vesaire vesaire...
"O bir vefasızdır o bir hayırsızdır
O çok güzeldir ama yalancının biridir..."
Muhabbet insana bu kadar sıradan bir eylem için verilmiş bir duygu olamaz / olmamalıdır. Aşkı mecazi ve hakiki olarak iki kısımda toplayan Bediüzzaman, Allah namına olmayan nefsani odaklı aşkları mecazi, Allah namına olan ve her şeyi O'nun rahmeti hediyesi mektubu bilen ve severken o şeyden çok O'nu veren nasip eden sahibine bağlayan aşkı ise hakiki olarak tavsif eder.
Şöyle der;
"Aşk, şiddetli bir muhabbettir; fâni mahbublara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini daimî bir azab ve elemde bırakır veyahut o mecazî mahbub, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılab eder." (Risale-i Nur Külliyatı. BSN. İman ve Küfür Müvazeneleri - S.200)
Fani varlıklara sarf edilen büyük aşklar, maşuklarını karşılıksız beklentilere sokar. Aşkının karşılığını göremeyen insan kalbi çok kırılır, hayata dair umutlarını tuzla buz eder.
Şarkılar, şiirler, arabesk eserler bunun yüzlerce örneğini sergiler.
"Beni candan usandırdı cefadan yar usanmaz mı?
Felekler yandı ahımdan muradım şem'i yanmaz mı?"
Ayrılıklar, hastalıklar, ölümler ihtiyarlıklar bu aşkların hüzünlü sonunu oluşturmaktadır.
"Bütün mecazî âşıkların divanları, yani aşknameleri olan manzum kitabları, şu tasavvur-u zevalden gelen elemden birer feryaddır. Herbirinin, bütün divan-ı eş'arının ruhunu eğer sıksan, elemkârane birer feryad damlar.
(Risale-i Nur Külliyatı. BSN.Sözler.Onyedinci Söz)
Muhabbet ve aşkın kendiliğinden geliştiğini ve insanın fıtrî olarak evladını, ailesini gençliğini ve baharı vesaire sevdiği hususu da dillendirilebilir. Buna karşın Üstadın verdiği cevap şöyle başlar:
"Muhabbet çendan ihtiyarî değil. Fakat, ihtiyar ile muhabbetin yüzü bir mahbuptan diğer bir mahbuba dönebilir. Meselâ, bir mahbubun çirkinliğini göstermekle, veyahut asıl lâyık-ı muhabbet olan diğer bir mahbuba perde veya ayna olduğunu göstermekle, muhabbetin yüzü mecazî mahbuptan hakikî mahbuba çevrilebilir."
Bunu dedikten sonra der ki;
"Tâdât ettiğin sevdiklerini sevme demiyoruz. Belki onları Cenâb-ı Hakkın hesabına ve Onun muhabbeti namına sev deriz.(...)
Elhasıl: Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-yı harfiyle sev; mânâ-yı ismiyle sevme. 'Ne kadar güzel yapılmış.' de. 'Ne kadar güzeldir.' deme. Ve kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünkü, bâtın-ı kalb âyine-i Sameddir ve Ona mahsustur."
(Risale-i Nur Külliyatı. BSN.Sözler Otuzikinci Söz)
Allah namına olmayan doğrudan fani maşuklara sarfedilen muhabbetler gayr-ı meşrudur ve neticesi de fecaattir. Çünkü hakikatte muhabbetin doğru adresi Allah'tır ve muhabbetin adresi burası olmalıdır. Aksi olduğunda iki dünyada da mutsuzluk mukadderdir.
"Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azab çekmektir." kaidesi sırrınca, siz, fıtratınızdaki Cenab-ı Hakk'ın zât ve sıfât ve esmasına sarfedilecek muhabbet ve marifet istidadını ve şükür ve ibadat cihazatını, nefsinize ve dünyaya gayr-ı meşru bir surette sarfettiğinizden, bil-istihkak cezasını çekiyorsunuz. Çünki Cenab-ı Hakk'a ait muhabbeti, nefsinize verdiniz. Mahbubunuz olan nefsinizin hadsiz belasını çekiyorsunuz. Çünki hakikî bir rahatı o mahbubunuza vermiyorsunuz. Hem onu, hakikî mahbub olan Kadîr-i Mutlak'a tevekkül ile teslim etmiyorsunuz, daima elem çekiyorsunuz. Hem Cenab-ı Hakk'ın esma ve sıfâtına ait muhabbeti, dünyaya verdiniz ve âsâr-ı san'atını, âlemin esbabına taksim ettiniz; belasını çekiyorsunuz. Çünki o hadsiz mahbublarınızın bir kısmı size Allahaısmarladık demeyip, size arkasını çevirip, bırakıp gidiyor. Bir kısmı sizi hiç tanımıyor, tanısa da sizi sevmiyor. Sevse de size bir fayda vermiyor. Daima hadsiz firaklardan ve ümidsiz dönmemek üzere zevallerden azab çekiyorsunuz."
(Risale-i Nur Külliyatı. BSN. Sözler. Otuzikinci Söz)
Sonuç olarak, maşukun kendisine aşırı atfedilen aşk duygusu karşılığını vermediğinde aşık da ciddi patolojik vakalara sebebiyet vermektedir. Bağlanmanın bedeli olarak reddedilen veya hayal kırıklığına uğrayan veya yalnızlaşan insan kalbi, bu travmayı iman olmazsa muhabbettullah olmazsa hiçbir tedavi sağlıklı biçimde atlattıramaz. Ve bu insan sevgiyle bağlandığı her şeye karşı reddedilmiş olmanın aksiyle öfkeyle bakar. Ruhu canavarlaşır, aklı kararır, fikri sersem olur. Mutsuzluk böyle böyle her yanı istila eder ve dünya yaşanılmaz bir yer olur.
Öfkeyi tekrar muhabbete çevirmenin dermanı ise muhabbetullah iksiridir ve bunun formülü Kuran'ın öğrettiği derstedir.
"La uhibbulafilin"
([Yıldız] batıp gidince, [İbrahim] ‘Ben batıp gidenleri sevmem’ dedi.” En’âm Sûresi, 6:76.)
Öyleyse şu tespite kulak vermeli her insan:
"Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlânâ Câmi, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak, ne güzel söylemiş:
Yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.
Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor. Biri talep et; başkaları lâyık değiller.
Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar.
Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.
Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir.
"Evet, Câmi’, pek doğru söyledin. Hakikî mahbub, hakikî matlub, hakikî maksud, hakikî mâbud yalnız Odur."
(Sözler, Onyedinci Söz.)
Öyleyse terapinin yolu yordamı apaçık ortada. Kendi kendimize çile çektirmenin manası var mı?
Cümlemize ruhen ve bedenen sağlıklı günler dilerim efendim.