Son zamanlarda birileri hasım gördükleri tüzel kişilikleri manevi teşekkülleri hedef göstermek için olmadık komplolar, hileli organizasyonlara aracılık yapıyorlar.
Ankara'da yaşanan karışık polisiye-istihbarat olayından nemalanan çevreler, yine, ne kadar dini teşekkül varsa hepsini bir torbaya koyup organize suç potansiyeli gibi göstermeye başladılar. Esasen bu çabalar 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra zaman zaman ortaya çıkıyor.
FETÖ denilen oluşum sanki sahici bir dini grupmuş gibi bunu din adına ne kadar gruplaşma varsa hepsini hedefe koyma çabası kelimenin tam anlamıyla hin oğlu hinliktir.
Darbeye teşebbüs edenleri mutlu eden, Ankara ile Anadolu'nun arasını dinamitleyen bir fırsatçılıktır.
"Falanca cemaat filanca tarikat tehlikeli biçimde büyüyor. Hükümet ne duruyorsun, yok et" madrabazlıkları.
İçlerindeki zındıka reflekslerini, usturuplu biçimde yurtseverlik olarak öne sürenlerin cemaziyelevvellerinde ne kirli entrikalar, ne postalsevicilikller ve ne ihanet teşebbüsleri vardır oysa.
Temsil ettikleri damarın sözde "ulusalcı" gerçekte ise "köhne maocu" olduğunu ve milletin binde virgül sıfır birine tekabül ettiğini görmeyelim yani.
Seçilmiş hükümetlere karşı çevirdikleri kirli işbirliklerini kaşıdıkları hassasiyetleri bilmeyiverelim yani.
Şimdi hepsi pirüpak oldular ve halkın adamı oldular ha...
Yersen...
...
ÖMER SEYFETTİN'İN RÜŞVET HİKAYESİ...
Birden Ömer Seyfettin'in Rüşvet adlı bir öyküsü geldi aklıma.
Kripto organizasyonlara örneklik bakımından ilginçtir.
Hikayede Ali Hoca ile Muhtar Huysuzoğlu arasında bir arsa davası anlatılır. Ali Hoca, muhtarın arsasında ev yapmıştır. O da yıllar sonra itiraz edince mahkemelik olmuşlardır. Ali Hoca soluğu Avukat Namık Efendinin yanında alır.
"Atının yularını peykenin destek direğine bağladı. Küçük dükkâna girdi. Ceviz yazıhanesinin sağındaki hasırlı alçak sedire oturdu. Heybesini yanına koydu. Namık Efendi’nin uzattığı tabakadan cigara sararken davasını anlattı. Hasmı, köyün muhtarı Huysuzoğlu’ydu. Ona ait bir arsanın üzerine Ali hoca vaktiyle bir bina yaptırmıştı. Şimdi o, neden sonra bu binayı kabullenmeye kalkıyordu. Hâlbuki bina kimin ise, yer de onun demekti…
Namık Efendi kır sakalını kaşıdı. Gözlüğünün üstünden bakarak:
-Sen haksızsın, Ali Hoca! dedi.
-Haksız mıyım?
-Evet.
-Hayır, ben haklıyım. Neye binayı yaparken sesini çıkarmamış?
-Çıkarmasın.
-Ben haklı olduğumu biliyorum Namık Efendi. Davadan vazgeçmem.
-Kaybedeceksin!
-Edeyim, zararı yok. Ama davadan vazgeçmem.
Namık Efendi haksız davaları alamazdı. Ali Hoca’nın vekâlet teklifini reddetmek istiyordu. Fakat “Bozöyük” köyünün halkı otuz senelik müşterileriydi. Eşek ahırını bekler gibi onun dükkânını bellemişler, hükümetteki her işleri için ona müracaatı adet edinmişlerdi. Kışlık zahiresi de hemen hemen tamamıyla oradan gelirdi. Nihayet:
-Pekâlâ, senin bu işine bakayım. Kaybedince bana darılmayacaksın! dedi.
-Darılmam, ama neye kaybedeceksin?
-Çünkü haksızsın.
-Hâkime güzel bir koç göndersem?
-Ne?
-O vakit davayı kazanamaz mıyım?
-O vakit hiç şüphesiz kaybedersin işte!
-Niçin?
-Yeni hâkim senin bildiğin adamlardan değil…
-…
Ali Hoca avukatının heyecanını anlayamıyordu. Ondan yeni hâkimin methini uzun uzadıya dinledi. Bu zat rüşvetin, hediyenin korkunç bir düşmanıymış! En haklı bir davacı kendisine rüşvet vermeğe teşebbüs etse, o saatte onu haksız çıkarırmış. Ali Hoca:
-Allah böyle doğruları dünya yüzünden eksik etmesin! diye dua etti. Namık Efendi:
-Amin, amin! dedi. Davaya, doğruluğu dair bir saat kadar konuştular. Vekâlet için anlaştılar. Avukat ümitsizdi. Bu işi hatır için alıyordu. Haksızlık o kadar meydanda idi ki…
*
İki hafta sonra, aynı saatte Ali Hoca, yeşil boyalı dükkânın kapısında göründü. Namık Efendi bir arzuhal yazıyordu. Gözlüğünün üstünde müşterisini görünce güldü.
-Hoş geldin be! Ne dersin, davayı kazandık! dedi. Bu kadar haksız bir hükmü hâkimin nasıl verdiğine bir haftadır şaşıyordu.
Ali Hoca soğukkanlılıkla:
-Benim gönderdiğim koç sayesinde kazandık!
Cevabını verdi.
-Ne !… Sen hâkime bir koç mu gönderdin?
-Evet.
– Buna cesaret ettin ha…
-Evet, ama sen bana “ Rüşvet düşmanıdır, kim hediye verirse haksız çıkar” dememiş miydin?
-Evet.
-Ben de koçu gönderirken kendi ismimi vermedim.
-Ya ne yaptın?
-Hasmım, muhtar Huysuzoğlu’nun ismini verdim.
-!!!…
İhtiyar avukatın kalem elinden düştü. Arkasına dayandı. Karşısında parlayan mini mini siyah gözlere bakakaldı."
(Ömer Seyfettin Türk Klasikleri Seçme Hikâyeler MEB Yayınları S: 151)
...
Ezcümle...
O birilerini millet de iyi biliyor, devlete hükümet edenler de.
Onların fırsat ellerine geçerse nasıl jakobenleşeceklerini, nasıl yeniden ara dönem özlemiyle yanıp tutuştuklarını bilmesi gereken herkes biliyor.
Ama hallerine bakılacak olursa onlar herkesi kendileri gibi kör, alemi kendileri gibi sersem sanıyorlar.
Bu ülkede vatanına milletine bağlı, güzel insan yetiştiren, paralel organizelerle hiçbir alışverişi olmayan ve sayıları milyonla ifade edilen cemaatler, tarikatlar vesair teşekküller var.
Ceffelkalem kara çalanlar,
hainane hedef gösterenler,
münafıkane iş çevirenler
Veya...
Zındıka komitesi hesabına plan kuranlar...
Debelenmeniz boşunadır.
Zira ki...
Güneş balçıkla sıvanmaz.
Yani...
Alavere-dalavere ile koçu masumlar hesabına rüşvet verip delil karartma dönemleri geride kalmıştır.
Bayatladı bu numaralar...