Birçok kişi için ölüm, bahsedilmesi dahi can sıkıcı bir konudur.
Ne zaman olursa olsun yeri değildir. Hayatı doya doya yaşamak varken ne gerek var böyle tatsız-tuzsuz konuşmaya.
Hem daha gencizdir değil mi?
Ne kadar yaş alırsak alalım bizden daha yaşlısı illaki vardır.
Ölecekse o ölsün. Bizim daha çok yaşanacak günümüz var.
Ya da olmalıdır...
Ama neylersin...
Her ölüm zamansız, her ölüm yersiz ve her ölüm randevusuzca gelir.
Kimsenin üstüne alınmadığı "aman benden uzak olsun" dediği bir süreçtir bu.
Özellikle hayatı, tek dünyalı yaşayanların çöküşünü ifade eder ölüm haberleri.
Ölüm ötesini yok sayıyorsak, ölümle birlikte her şeyin bittiğini ve toprağa girenin çürüyeceğini; asla dirilmeyeceğini sanıyorsak, her ölüm haberini duymamız, yaşamsal iflas ihtimalinin bizi çemberine aldığını ve şansımızın adım adım bittiğini görüyoruzdur artık.
Böyle olunca mezarlıklar da, ve "Her canlı ölümü tadacaktır" ayetini yazan dev kapıları da bizim kabusumuz olacaktır.
İçimizde bu kadar yaşama coşkusu varken, ölmek ne demek ya?..
Abdulhak Hamit Tarhan da "Makber" şiirinde bu deli sorulara cevap arayıp durmaz mı?..
"Halkedip insanları hayvanları
Sonra mahvetmek nedendir onları
Ya nedir ölmek; fena bulmak mıdır
Yoksa cismen munkalib olmak mıdır?"
ŞU ÖLÜMÜ, ÖLDÜRMEZSEK, RAHAT YOK BİZE..
Biz ki hayatımızı doya doya, sınırsızca ve endişesizce yaşamak isteriz. Limitli yaşamak düşüncesi bile bizi taciz etmeye yetiyor. Ayrılmak, çürümek yok olmak çıldırtıyor elbette bizi.
Yaşama sevincimizi tuz-buz eden bu ölüm bahsini bir daha açmayalım mümkünse.
Daha çok görecek günlerimiz vardır yani olmalıdır.
İçimden bir ses bu ölme fikrini birilerinin kasten gündeme getirdiğini söylüyor. Birileri yaşam konforumuzu sabote etmek için akılları sıra ölümlü olduğumuzu hatırlatıp duruyor gibi.
Oysa bizim asla ölmek gibi bir planlamamız ya da öngörümüz yoktur. Bir sürü yarım kalan işimiz var, ödenmemiş taksitlerimiz banka ekstrelerimiz var daha.
Nereye ölüp gidiyoruz be...
Ama kötü bir sürpriz bulur mu bizi. Arkadaşlarımızı komşumuzu bizden yaşça çok küçük olan atletik yapılı tanıdıklarımızın bir anda öldüğü haberini aldığımızı hatırlayınca, işin rengi yine gün batımı tonuna düşüyor.
" ÖLÜNCE BENİ KİM YIKAYACAK? "
Gazetenin birinde yayınlanan bir haber ölüm korkusunu bir kez daha depreştirdi yurdum insanında.
İstanbul, İzmir ve Ankara'da dikkat çeken reklam panoları: 'Ölünce beni kim yıkayacak?'
Habere göre, "İstanbul, Ankara ve İzmir'de çeşitli noktalarda yer alan reklam panoları, yurttaşların dikkatini çekti ve sosyal medyada gündem oldu. "Ölünce beni kim yıkayacak?" şeklindeki afişlerde ne bir kurum adı ne de herhangi bir bilgi bulunmadı."
(Cumhuriyet Gzt. 17.12.2024)
Haberin devamında ise şöyle denilmiş;
"Sosyal medyada hızla yayılan afişler, amacı ve kimin tarafından yerleştirildiği hakkında soru işaretleri oluşturdu.
Afişlerle karşılaşan bazı yurttaşlar, “İnsan bir açıklama yazar, kafamızı kaldırıyoruz karşımızda bu cümle... Psikolojimiz bozuldu” diyerek tepkilerini gösterdi."
İşin aslı ortaya çıkınca merakaver yurdum insanları bir parça rahatlamışlarmış. TRT'nin “Gassal" dizisinin reklam spotuymuş meğer. Gassal, ne derseniz, "ölüm yıkayıcısı" demek bu arada.
TRT'nin uluslararası dijital platformu tabii'de yayınlanacak dizinin yayın tarihi henüz duyurulmamış.
"Ölünce Beni Kim Yıkayacak" afişi internette yayınlanmaya hazırlanan Gassal dizisinde başrolleri Ahmet Kural, Sibel Aytan, Muharrem Türkseven, Ezgi Özyürekoğlu ve Serkan Ercan paylaşıyormuş.
YARATAN, YAŞATAN VE ÖLDÜREN KİM?
Mevzuya dönecek olursak...
Hayatı nitelikli yaşamak için şu ölüm denilen olayı çözmemiz gerekiyor. Hayatı kim verdiyse bizi öldürecek olan da odur. Ne için yarattıysa, hayatımıza karşılık ne istediyse ölümle birlikte bizi ona göre karşılayacak olan da O'dur.
O'nu tanımadan yaşamak, O’nu yok sayar gibi davranışlar sergilemek bizi bu zorunlu randevuda başbaşa kalmaktan alıkoymayacaktır.
Ne diye kendimi kandırıyorum ediyorum a benim akılsız başım...
Ezcümle...
GİDİYORUZ; DURDURMAZLAR...
"Biz gidiyoruz, aldanmakta faide yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar, sevkiyat var. Fakat gafletten ve kısmen de ehl-i dalaletten gelen zulümat evhamlarıyla bize firaklı ve karanlıklı görünen berzah memleketi, ahbabların mecmaıdır. Başta şefiimiz olan Habibullah Aleyhissalâtü Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemidir."
(Risale-i Nur Külliyatı. Bediüzzaman Said Nursi. Lemalar Yirmialtıncı Lema. Üçüncü Rica.)
Bu zorunlu göçü ve iltica problemini gündemimize ciddiyetle almamız hayati bir konudur. Nokta...