Evlilik, aile kurumunun merkezini teşkil ediyor. İlk insandan bugüne kadar, her insanın kariyer planlamasında en önemli basamağı ifade ediyor.
Bir kalbin, kendine mukabil kalp bulmasıyla başlayan olay, kolay kolay gerçekleşmiyor. Herkes organize biçimde bu işi zorlaştırdıkça zorlaştırıyor.
Güya başlık parası kalktı. Ama başlık parasını aratan bir düzine para barikatı icat edilmiş. İsteme, söz, nişan, kına ve düğün takvimlerinin her biri ayrı ayrı protokole bağlanıyor. Abüdik-kübidik fotoğraf çekimleri, gelinle birlikte sülalesinin kuaför seansları, kıyafet seçimleri, alışveriş seremonileri vesaire vesaire...
Daha Hindistan hanedanlarını kıskandıran altın takılarından bahsetmiyorum bile.
Her geçen gün kız tarafları bu adetlerine bir yenisi ilave ediliyor. Kafalar bu konuda müthiş çalışıyor.
Her gelin tarafının ilk isteği müstakil ev.
Bu bağımsızlık savaşının ilk şartı oluyor.
Sonra tam takım eksiksiz eşya döşeme. Balayı tatilleri falan-filan...
...
Olan da bunu istiyor, olmayan da. Yorgana bakan yok; ayağını uzatmada kimse sınır tanınmıyor.
Evlilik öyle öyle zorlaştırılıyor öyle zorlaştırılıyor ki...
İki gönül bir olamıyor, samanlık da seyran olamıyor maalesef...
Gençler ekonomik imkanlara mı yansın, evlilik karşıtı trendlere mi yansın, hayat kargaşasında mecburi ertelemelere mi?..
Evliliği dolayısıyla iffeti ve dolayısıyla mesuliyet şuurunu "esaret" diye takdim eden tahripkâr öğretilerden bahsetmedik daha.
Sonra devletlüler çıkar "nüfusumuz yaşlanıyor" der, "doğurganlık oranları düştü" der, "boşanmalar arttı" der, "kadına şiddet" ve "şiddetli geçimsizlikler arttı" der.
Biz de şaşarız buna.
Hayatı bile-isteye ve yarışa yarışa zorlaştırıyoruz.
Kolayı imkansız hale getiriyoruz.
Yetinmeyi, paylaşmayı ve kanaati kaybettikten sonra mutluluğu arıyoruz.
Zaten kaynanayı kayınpederleri hayatlarından çıkartarak, ilk raundda sözde güç vermişizdir onlara. Onlara nasihat edecek, model olacak, hayat tecrübelerini aktaracak kimselere ihtiyacı bile farkedemezlerdir artık.
Ağır bir ekonomik yük bindirdikten sonra neşeli günleri kısa sürer ve hayat gerçekçiliğini en sıkıcı biçimde göstermeye başlar.
Fedâkarlık mı dediniz?..
Baba oğluna "kılıbık olma" der.
Anne kızına, "kendini ezdirme" diye öğütler.
Sonuç, mutsuz, geçimsiz milyonlar...
...
Bizim kafaları değiştirmemiz gerekiyor galiba.
Altın setinden önce tahammülü, fedakarlığı, hayatı paylaşmayı öğretmemiz gerekiyor kızlarımıza-oğullarımıza.
Evi dizmekten önce ahlak maneviyat ve edebi süslememiz gerekiyor idraklerine.
Törenlerden mekanları ayarlamaktan önce iki dünya arkadaşlığını, hakiki saadetin olmazsa olmazlarını belletmemiz gerekiyor.
Yoksa...
Aile facialarının önünü alamayız-alamıyoruz...
Herkese çok iş düşüyor. Bu konuda bir zihniyet devrimi şart gözüküyor.
Bir Evlilik Bakanlığı mı kursak meselâ...
Bu konuda tutumlar geliştirmek için uzmanlarla psikologlarla ilahiyatçılarla topyekün çalışmalar yapsa.
Gençlere hayatı kolaylaştıracak politikalar geliştirse...
Olmaz mı?
Bence olur...