Depremden sonra ne olacak?

Maruf Özülkü

Kahramanmaraş merkezli depremler ülkemizin dört bir yanının yüreğini dağladı. Vefat edenler yaralılar yıkılan şehirler ve enkazlarda yükselen ağıtlar içimizi yaktı. Yakmaya da devam ediyor.

“Depremle yaşamaya alışmak” diyorlar.

Bunun anlamı depremleri yok saymak demek olmasa gerek. Önceki haftalarda gökten rahmet yağdırılmazsa diye endişeyle feryat ediyorduk. Rahmet yağdırıldı. Ardından ayak bastığımız toprak bizi şiddetli biçimde sarstı.

Anlayacağımız ne göğe hükmümüz geçer, ne yere sözümüz…

Çaresiz, zayıf ve aciz olduğumuzu iliklerimize kadar hissettik 7,7’lerde 7,6’larda.

İman ehli olarak tek tesellimiz;

On binlerce insan, şehitlik makamına hükmen namzet oldu. Evler emvaller sadaka oldu.

Ama bu depremin bize anlattığı şey bu kadar değildir elbette.

İşimize, işçiliğimize, iş tutma alışkanlığımıza şiddetli bir tokat vurdu.

Aymazlığımıza, vurdumduymazlığımıza, işgüzarlığımıza ve bakar-körlüğümüze sert bir sille vurdu.

İnşallah bu musibet hepimize bir milad olur.

“Cinayetlerin neticesi” ve “mükafatın mukaddimesi” sayılan bu büyük musibetlerin ardından herkesin kendini sorgulaması gerekir. Hatalardan ders almak, ciddi bir pişmanlıkla daha sağlıklı işler yapmaya yönelmek icap eder.

Depremler hep olacak gibi.

Fay hatlarının dört bir yanımızı sardığı gerçeği bizi tedbirli olmaya ve baştan-savma iş ve işlemlerde bulunmamaya mecbur ediyor çünkü.

“TÜRKİYE 3 METRE GÜNEYE KAYDI”

Depremle birlikte kaydedilen; Türkiye toprağının kaydığı bilgisi de oldukça ilginç bir veri olsa gerek.

Gazete ve televizyonlarda yabancı bilim adamlarına dayandırılarak verilen haberlerde ülke topraklarımızın 3 metre kadar güneye yani Arap yarımadasına doğru kaydığı belirtiliyordu. Haberlerde şöyle deniliyordu:

“İtalyan Ulusal Jeofizik ve Volkanoloji Enstitüsü'nün başkanı Carlo Doglioni, "Türkiye, Arap levhası üzerine gitti gibi gözüküyor" sözlerini kullandı. Türkiye'nin her yıl 2,5 cm kaydığını ifade eden bilim insanı Carlo Doglioni, "Burada çok ciddi bir hareketlenmeden bahsediyoruz" dedi.

“Depremin yaşandığı zeminin çok hareketli olduğunu vurgulayan Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener de zeminde üç metre kayma olduğunu doğruladı. Özener, ‘Bulunduğumuz zemin doğu-batı yönlü olarak 3 metre kaydı’ ifadelerini kullandı.” (Kaynak: www.atv.com.tr. 08.02.2023)

Türkiye’nin İslam dünyasına 3 metrelik sembolik bir mesafe de olsa yakınlaşması bir dönüm noktası olabilir mi? Hele ki beşyüz yıl önce yaşanan aynı depremin ardından sağlanan ve uzun ömürlü olan ittihat hasıl olmuşken.

Yani bu kadar benzerlik ve hareketlilik herhalde bir tesadüf olmasa gerek…

KARDEŞLİK VE BİRLİK RUHU

Bu bölgemizde yaşanan depremin beşyüz yıldır biriken bir enerji patlaması olduğu bilgisi geldi. Tarihi bilgileri soruşturduğumuzda, 1513 yılında Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7.4 şiddetinde deprem olduğu ve etkisinin Kahire’de dahi hissedildiği bilgisi yer alıyor.

Bir yıl önce yani 1512’de de Osmanlı tahtına Yavuz Sultan Selim geçmiştir. 3 sene sonra Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye seferlerine çıkan Sultan, zaferlerle döner ve hepsinden de önemlisi; İslam dünyasının birliğini sağlayan yeni bir döneme vesile olur. Hilafetle birlikte Hadim-ül Haremeynlik vazifesi asırlarca deruhte edilir.

Anadolu’nun birliği ve Türk-Kürt birliğini ifade eden ve hükmü günümüze kadar gelen; İdris-i Bitlisi ile anlaşması da o yıllarda gerçekleşir. Anadolu birliği de sağlanmıştır İslam dünyasının birliği de.

Yavuz Sultan Selim’in bu konudaki hassasiyetini özetleyen nazmını hatırlayalım:

“İhtilâf u tefrika endişesi
Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.
İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz,
İttihad etmezse millet, dağ-dar eyler beni.”

İslam dünyasının ihtilafa düşmesi endişesinin mezarda dahi kendisini taciz edeceğini ifade etmektedir.

İttihad-ı İslam ekseninde Yavuz Sultan Selim’e biat ettiğini belirten Bediüzzaman Said Nursi’de yıllarca Batı’dan ve kuzeyden gelen inkarcı materyalist ve ayrıştırıcı akımlara karşı Kur’an nuruyla karşılık verdi. Batının çürük fikirlerine karşı her dem taze olan İslam hakikatlerini düstur edinen çağrılarda bulundu.

Her hadisenin ve bilhassa musibetin bir ders ve musibet boyutu olduğunu anlatarak zelzele gibi hadiselerin tesadüfi işler olmadığını ikaz ve ihtarlar ihtiva eden emirler olduğunu anlattı.

GÜNEY’DE NE VAR

Her yön ve işaretin bir sembol olduğunu farz edersek Güney de İslamiyetin doğup büyüdüğü ve kıymetlerini muhafaza eden değerlerini barındıran bir coğrafyaya işaret ettiğini söyleyebiliriz. İki dünyanın övüncü Peygamber-i Zişanımız’ın (sav) mezarı da buradadır.

Dolayısıyla yön olarak güneyimiz hakikatte yüreğimizin merkezini ifade etmektedir.

Müdafalarında cenup yani güneye yani Hicaz’a hürmet hisler ile konuşan Bediüzzaman, Kuzey’den gelen Komünizm ve Batı’dan gelen materyalist felsefe kaynaklı zehirlere karşı tiryaktar gayretler gösterdi. Batıya engin hoşgörü gösterip dindaşlarımızın her birine ayrı bir kulp takarak; bizi onlara; onları da bize, düşman eden sinsi zındıkanın ırkçılık ve sözde milliyetçilik anlayışını protesto eder. Ehl-i imanın biribirine muhabbetle uhuvvetle sarılması gerektiğine vurgu yapar. Bu eksende net tavır koyar ve şöyle der:

“Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anasır ve kabail-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki etmek, öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Âdeta bir sineğin ısırmaması için, müdhiş yılanlara arka çevirip, sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle; büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa'nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip belki manen onlara yardım edip, menfî unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara veya cenub tarafındaki dindaşlara adavet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehaliki ile beraber; o cenub efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenubdan gelen Kur'an nuru var, İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur.

İşte o dindaşlara adavet ise; dolayısıyla İslâmiyete, Kur'ana dokunur. İslâmiyet ve Kur'ana karşı adavet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adavettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye, iki hayatın temel taşlarını harab etmek; hamiyet değil, hamakattır!

Mektubat.Yirmialtıncı Mektup. Üçüncü Mebhas Üçüncü Mesele)

Deprem musibetinin ardından böyle bir mükafatın tahakkuk ettiğini hatırlayınca, Rabbimizden yiten canlar ve yıkılan haneler hürmetine memleketimize, ülkemize ve insanlık alemine yeni bir huzur takviminin işlemesini niyaz ediyoruz.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.