Adıma, kâinat ağacının meyvesi, varlıkların en şereflisi olan “insan” denmiş; bir damla su, bir damla kan ve binlerce düşünden ibaret, seçilmiş cesur, gözü kara bir varlık olmuşum. Dağların, göklerin ve denizlerin üstlenmekten çekindikleri, ağır yükü üzerime almakta tereddüt göstermemiş, bu ağır sorumluluğu yerine getirebilmek için türlü duyu ve duygularla donatılmışken arzu ve isteklerime de yaratılıştan sınır konulmamış. Güzelliğe ve güzelliklere tutkun, hayata sımsıkı bağlı, sınırsız iştahlarla donatılıp dünya gurbetine adeta bırakılmış, salıverilmişim. Dünya bir sofra gibi önüme serilmiş; gez, gör, ye, iç fakat konuk olduğunu aklından çıkarma diye de sıkı sıkıya uyarılmışım. Her organım bir mide olmuş, doymaz iştahlarla kurgulanmış. Ben böyle karmaşık, böyle garip bir varlığım işte…
Doymak bilmeyen en önemli yanım gönül midem; çokça kullandığımız ama mahiyeti hakkında pek de düşünmediğimiz, kurcalamadığımız gönül midesi işte... Şiirlerin, şarkıların, türkülerin en hatırlı misafiri, sebebi, neticesi… Dünya edebiyatlarının hemen hepsinde şairlerin gözdesi... Her şey zembereği muhabbet, sevgi ve aşk olan gönlün çevresinde dönüp durmuyor mu… Beni dizayn eden gönlü kendine ayırmış, başka varlıkların bu metin kaleye sızmasına, girip yerleşmesine rıza göstermemiş, sıkı sıkıya uyarmayı ihmal etmemiş. Sınamanın gereği olarak bana çelme takan bazı düşmanlarım yok değil. Bu düşmanlara karşı da bir hayli yardımcılar atanmış. Gönül, gönlü yapana ait ama ben ne yapmışım? Sayısız kaçaklara kapıyı, pencereyi aralamış, ev sahibini unutmuş, görmezden gelmişim. Ger denmiş; güzellikleri, gariplikleri gör; perdenin arkasına gözlerini dik denmiş, ben perdenin nakışlarına takılıp kalmışım. Oysa Usûlî kaç asır önceden bana mesaj göndermiş:
Yâ ilahî bu dil-i bîçâreme bir dîde ver
Kim rızânı gözleyem artık yabana bakmayam
Allah’ım, bu çaresiz, zavallı gönlüme bir göz ver ki rızanı gözleyeyim başkasına artık bakmayayım.
Ben demesine bakmayın Usûlî’nin; o bana sesleniyor, gönül gözüne katarakt inmiş bana. Bir ömür aradığım bu göz. Gelin görün ki perdenin desenleri, süsleri beni kendine çekti; sanata bakarken sanatkârdan gaflet ettim. Şair, kendine gel diyor, bana. Ruhun penceresinin kirlerinden kurtulmaya çalış! Perdelenen gönlün için bir göz iste ki O’nu görsün, O’nun rızasını gözlesin. Perdeyle pelekle ne oyalanıp duruyorsun! Gönül gözü bu, öyle ha deyince açılmıyor ki… Emek istiyor, alın teri istiyor; daha önemlisi içten, samimi bir istek, ihlas istiyor. Beyni kemiren vesveseleri, kuruntuları bir bir silkeleyip yönelmek gerekiyor.
İbn Ataullah İskenderî uzaktan destek çıkıyor: “Tefekkür kalbin kandilidir. O giderse kalp için ziya ve ışık yok demektir.” Sanırım işin püf noktası burası: Tefekkürü yitirip gündelik telaşlara kapılınca gönlün ışığı kayboluyor, ruhun penceresi kirle pasla kararınca ruh nefessiz kalıyor; çerle çöple oyalanmaya başlıyor. İbn Ataullah fısıldıyor, “Sevdiğin her şeyin kölesi ve kulu olursun. Halbuki Allah kendisinden başka hiçbir şeye ve kimseye köle olmanı sevmemekte ve istememektedir.” sözleriyle yaptığım korkunç hatayı yüzüme kibarca çarpıyor. Ömür bir bulut gibi geçip gidiyor, ardında tökezlemeler, sürçüp sendelemeler, hayal kırıklıkları, pişmanlık gözyaşları bırakarak… Son durağa yaklaşırken göz peşine düşmüşüm, gönül gözü peşine… Üsküdar’da sabah olmuş, zaman avcısı, yılları alıp kaçırmış. Ben gönül gözü peşine düşmüşüm. Çıkmamış canda umut var, demiş atalar. Bu atasözüne sığınayım diyorum. Derken yine Usûlî’nin sesi geliyor:
Çeşmimi kuhl-ı basiretle mücellâ eyle kim
Kendi noksanım görem ayb-ı fulâna bakmayam
Gözümü basiret sürmesiyle cilala ki kendi eksikliklerimi göreyim falanın aybına bakmayayım.
İnsanı baş aşağı uçuruma yuvarlayan başkasının eksiklerine bakmak duygusunun beni de sersemlettiğini hissettim bu mısralardan. Kendini unutan nefsim durmadan şunun bunun kusurlarıyla beni meşgul etti. Halbuki Hafız-ı Şirazî, “Başkasının günahını sana yazmayacalar” diye uyarmıştı; dinlemedim, durmadan başkalarının eksikleri, kusurlarıyla oyalandım, tenkit etim, kınadım, dedikodusunu yaptım. Aslında kendimden, kendi kusurlarımdan kaçtım bunu yaparken. İyi mi oldu? Ne gezer… Kınadığım davranışları kat kat kendim yaşadım.
Gönül gözü niçin açılmıyor anladınız mı şimdi? Sebebi kendim, kendi yanlış seçimim. Fırsat kaçmış değil, isteme duygusunu veren, “İsteyin” buyuruyor. İsteme duygusunu vermesinin sebebi vermeyi istemesi değil mi? O cömertliğin, keremin, ihsanın kaynağı “isteyin” diye buyurduğuna göre ben de isteyeceğim; gönül gözü basiret sürmesiyle aydınlanmaya başlayacağı ana kadar “istemekten” vazgeçmeyeceğim.