Cehalet O Da Ne Demek (!)
Yazımın başlığı şaşırtıcı olabilir. Cehalete de övgü olabilir mi, diye. Olur, efendim, bal gibi olur. Cehalet huzurun başlıca kaynağıdır. Cahil asla huzursuz olmaz, olamaz. Olmayan bir şey insanı nasıl rahatsız edebilir. Mehmet Akif, cehalet için “yüz karası” diyor ya onu öfkesine vermek lazım. Cehalet cümle halkın mergubudur. Bu bile övgüye layık olduğunu gösterir. Günümüzde baş tacı edilen kimlerdir, söyler misiniz? Bugün bir haber okudum; mizahi olmalı diye yorumladım. Milli Eğitimin sebeb-i vücudu okullarda bütün öğrencilere takdir belgesi verilmiş karne gününde. Eleştiriler gelince bakanlık açıklama yapmış, “Herkese değil, derslere gelenlere verildi” diye…
İnsan kendini yormayacak, yemesine içmesine bakacak, keyfince gezip tozacak. Dünya yıkılmış, çocuklar perişan olmuş, her gün denizlerde onlarca göçmen boğulmuş kimin umurunda. Sen eğlenmene bak. Savaşı sen mi çıkardın? O halde niye üzülesin ki.., Düşünmeye ihtiyaç da duymaz cahil. Dünyanın hal, insan kardeşlerinin acınası hali cehaletin kapsama alanına girmez. Herhalde en makbul teba cahillerdir. Uzun zaman önce Celilî adlı divan şairi de beni doğruluyor:
Rağbeti halkun Celilî hep meta’-ı cehledür
Satamazsın ma’rifet ‘arz itme kim bazar yok
Celîlî, halkın rağbeti cehaletedir, marifeti sunma satamazsın zira pazarı yok.
Bu gidiş önceden görülmüş olmalı ki bakanlığın adından maarif kelimesi çıkarıldı da vatandaş rahat bir nefes aldı. Marifet sunulacak pazar olmayınca ilim irfan sahipleri köşelerinde huzursuz olmakla yetinir oldular. Hoş, ürettikleri ilim de pek yankı bulmuyor. Kendi yazıp kendi okuyan bir hale düştüler. Suç âlim ve ârifte mi halkta mı? Ben işin içinden çıkamadım, bilen varsa söylesin.
Kimse âlime ilmin ne işe yarıyor diye sormuyor. Sormazlar çünkü âlim ilminin vakarını korumak için devletlülerin kapısını çalmaktan sakınır. Onlar da bulundukları makamın sekriyle dönüp bakma gereği duymazlar. Makamlara cahillerin rağbeti bu yüzden olsa gerek. Âlim, ürünün değerinin farkında ama teşhire izzetinefis izin vermez. Cahil bir ahtapot açgözlülüğü ile her mevkiye el uzatır ve sonunda bir mansıbı kapar. Mansıbın verdiği gururla âlimi hor görür. Küçümser sözlerle hitap eder: Hoca söyle bakalım! Hoca sana söylüyorum! Bunu gündeme al hoca… Sözü Filibeli Vecdî’ye vereyim dilerseniz benim bölük pörçük söylediklerimi o daha veciz söylemiş:
Tâlib olur câha câhil cehlini izhâr ider
Bilmez ol miskin sanur mansıb ana şân virür
Câhil, makama talip olur, cehaletini gösterir. O zavallı bilmez, makamın kendisine şan vermeyeceğini bilmez.
Vecdî’nin sözüne itirazı olan çıkar mı bilemem. Ben itiraz ediyorum; makam, şöhret verir, herkesi ağzına baktırır, ağzından çıkan her söz hikmet hazinesi sayılır, keramet sayılır. Vecdî yok yere tatlı canını üzme, cahil mevki ile baş tacı edilir, gönül ehli, irfan ehli de ona bakıp iç çekip dursun, diyeceğim ama vakar buna da izin vermez… Bilir ki felek de cahilin istediği gibi döner. Devir cehaletin, cahilindir; felek ne yapsın… Keçecizade İzzet Molla da bunun farkında olmalı ki şu veciz beyti fısıldamaktan kendini alamamış:
Nadanın istediği gibi devr eder felek
Ehl-i dile cefada durur bir kararda
Felek, cahilin istediği gibi döner, gönül ehline cefa etmek konusunda tutarlıdır.
Hasan Ziyaî, meselenin sırrına derdiği için cehaletini(!) itiraf ederek kendisine iltifat edilmesini isterken mısraları ironisinin ağırlığı altında ezilmiş gibi duruyor:
İşitdüm ey şeh-i `âlem ki câhillerle yâr olduñ
Ziyâ’îyi unutma ol dahı bir câhil ebterdür
Ey âlemin şahı, cahillerle arkadaş olduğunu duydum; Ziyaʾî’yi unutma o da ebter bir cahildir.
Bu mısraların üzerine söylenecek söz yok. Dünden bugüne değişen bir şey yok. Liyakat halâ tartışılıyor ve devlet gemisi dalgalı sularda çıka bata yol almaya devam ediyor.