Klasik edebiyatımızın önemli hanım şairlerinden, II. Mahmud’un kızı Âdile Sultan’ın (1826-1899) şiirlerini ihtiva eden Divanında Hz. Muhammed sevgisi bir özsu halinde şiirlerine yayılmıştır. Bir hanım şairin duyarlı kalbini ihtizaza getiren Peygamber muhabbetinin ifadesi olan beyitler klasik şiirimizin beğenilecek naat örnekleri arasında müstesna yerini almıştır desek mübalağa etmiş olmayız. Adile Sultan, Ahmed-i Muhtar’ın sevgisiyle şiirlerini güzelleştirmiş, duygularını mısralarında kanatlandırmıştır. Sözü uzatmadan konuya şairenin ilk beyti ile başlayalım. Adile sultan, Hz. Peygamber’e ümmet edilme lütfundan dolayı Allah’a hamd ediyor:
Nice îfâ-yı teşekkür edelim yâ Rab saña
Fahr-i kevneyn’e bizi ümmet edip kıldın atâ
“Ey Allah’ım! Bizi, iki cihanın medar-ı iftiharı (olan) Hz. Muhammed’e (s.a.v) ümmet olmayı ihsan ettiğin için sana nasıl teşekkür edelim.”
Elbette bu nimetin teşekkürü mümkün değildir. Onun insanlığa getirdiği haber, mutluluk sebebi olmuş; insan kömür derecesinden elmas mertebesine yükselerek ahsen-i takvime layık olmuştur. O’nun getirdiği nurla dünya aydınlığa çıkmış; vahşetten arınıp yaşanabilir hale gelmiştir.
Çünkü Hz. Peygamber, kâinatın yaratılış sebebi, varlıkların kalıplarına hayat veren, can veren ve bütün dünyanın övündüğü yegâne büyük insan ve peygamberdir. O halde böyle bir zata gönülden, yürekten salavat getirilir ve getirilmelidir de:
Muhammed bâ’is-i kevn ü mekândır
Muhammed kâlıb-ı eşyaya candır
Muhammed hâsılı Fahr-i cihândır
Diyelim cân u dil ile salavât
Eşya cansız kalıptan ibaretti; Hz. Muhammed’in nuru ona can verdi. Bir düşünelim hele O’nun getirdiği nuru kaplamadan önce dünya bir matemhane; bütün varlıklar birbirine düşman değil miydi? Kız çocukları diri diri gömülmüyor muydu? Acizin, zayıfın, yoksulun güçlü ve zengin karşısında varlığından söz edilebiliyor muydu? Onun getirdiği mesaj olmasaydı tabiat canı çekilmiş, bir ceset değil miydi?
Risâlet ülkesinin şefkatli şahlar şahı, nübüvvet tahtının önderi ve sahibi, şefkat ve merhamet madeni son peygamberin nuru kâinata mana kazandırmış, onu bir kitap gibi okuma anlayışını ümmetine kazandırmıştır. Aşağıdaki beyit coşkulu bir kadın kalbinin tezahürüdür:
Ey risâlet mülkünün şâhinşeh-i şefkatveri
Ve’y nübüvvet tahtının sâhib-serîr ü serveri
“Ey peygamberlik ülkesinin şefkatli şahlar şahı ve ey nübüvvet tahtının taç sahibi önderi!”
Ay ve güneş onun cemalinin hayranı, meftunu, müştakıdır:
Mihr ü meh görse cemâlin bâreka’llâh çağırır
Yoluna hurşîd –i âlem hâk ile yeksân olur
“Ay ve güneş O’nun cemalini görse “barekallâh” der; güneş O’nun yolunda yerle bir olur:
Dünyadan karanlıkları kaldıran onun cemalinin parıltısıdır:
Tâb-ı vechindir cihânda zulmeti ref’ eyleyen
Nûr-ı hüsnünden güneş tâ haşre dek tâbân olur
“Dünyadan karanlığı gideren, yüzünün nurudur; güneş bu nurdan ışık alarak haşre kadar parlamaya devam eder”
O’nun geldiği çağda insanlığın içinde bulunduğu cehalet karanlığı hatırlanırsa Âdile Sultan’ın ne derece haklı olduğu anlaşılır. Allah, hürmetine kâinatı yarattığı resulünün bir benzerini halk etmemeyerek ona verdiği değeri göstermiştir:
Hazret-i Hakk’ın karînisin eyâ şâh-ı rüsül
Etmedi Hâlik nazîrin halk hilkatden beri
“Ey resuller şahı, sen Allah’ın en yakını olansın; Allah, senin bir benzerini yaratmadı”
Bütün evren O’nun nurundan yaratıldı. O, Allah’ın son elçisi fakat ilk yarattığı Habîbidir. O, yaratılışta ilk, dünyaya gönderilişte peygamberler halkasının sonuncusu; peygamberler tespihinin başlangıcı ve sonu birleştiren biricik imamesidir. Onun izinden gidenler kavuşma meclisine erme bahtiyarlığına ulaşır:
Erdiler nûr-ı tecellî ile bezm-i vuslata
Ol Resûlu’llâh’dır bu yolda zîrâ rehberi
“Hz. Peygamberi rehber edinenler sonunda İlahî tecelliye ve kavuşma meclisine erdiler”
O’nun getirdiği mesaj her insan topluluğu için bir rehber, bir yol gösterici, bir kılavuz olmuştur. Allah’a ulaştıran yollar sayısız olabilir ancak en kısa, en selametli yol Hz. Muhammed’in sünnetidir. O’nun sünnetine uyan, O’nun hadislerini, mübarek sözlerini ve hâlini rehber edinenler söz verilen “vuslat”a erer, Cennet’te rü’yet-i cemalullah ile saadetin zirvesine çıkar.
Aşağıdaki beyitte Âdile Sultan, Fahr-ı Âlem’e salât ve selâm getirerek O’nun şefaat madeni olduğunu dile getirirken son derece samimidir. Şairler, hükümdarlara, vezirlere ve diğer ileri gelen devlet ricaline yazdıkları kasideler için câize ile ödüllendirilirlerdi. Âdile Sultan’ın birçok şiirinde övdüğü yüce Peygamberden beklediği ödül, caize ise şefaattir. Çünkü O’nun varlığı rahmet; kendisi âlemlere şefaatin madenidir:
Salât ile selâm olsun Resulu’llâh-ı zişâna
Vücûdu ayn-ı rahmet âleme kân-ı şefâatdir
“Varlığı, İlahî rahmetin ta kendisi ve âleme şefaat madeni olan Allah’ın şanlı Resulüne salat ve selâm olsun”
Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği nur karanlıkları dağıtıp aydınlık saçarak insanlara saadet yolunu apaçık gösterdi. O nura gözlerini açıp aydınlanan insanlık mutlu oldu. Gözlerini kapayanlar sadece kendilerine gece yaptı. Adile Sultan’ın Divanından bu sınırlı örneklerle yetinelim. Merak edenler divanını okuyarak daha birçok örneğine ulaşabilirler.