Özledim….
Sokaklarında arabaların mekanik gürültüsü olmayan…
Egzoz gazları ile ciğerlerimizi mahvetmeyi düşünmeyen…
Sinir bozucu klakson ve fren sesleriyle beynimize hücum etmeyen…
Sokaklarında bisikletlerin, faytonların gezdiği..
Açgözlü paragöz müteahhitlerin sefer tasına çevirdikleri ruhsuz beton yığınları yerine bahçesinde kayrak taşların yer aldığı, erguvanların, ıhlamur çiçeklerinin açtığı evleri…
Küçücük, şipşirin tahta kepenkli pencerelerde konserve kutularına dikilmiş rengârenk karanfillerin süslediği, çivit boyanın insanı sarıp sarmaladığı badanalı tek katlı evleri…
Sokaklarında mahalle çocuklarının oyunlar oynadığı yeşil alanları…
Kapı zilinin bir yerlere yetişme telaşındaki hızlılığa inat ahşap kapısında zarif işlemeli metal tokmaklı evleri..
Yıldızları ile övünmeyen…
Samimiyeti ve içtenliği ile size bir dost kapısı aralayan dünün pansiyonu bugünün butik otelini…
Aydınlatmasında yağacak yağmuru ve gelecek fatura gerginliğini yaşamayan; Allah’ın lütfu, ikramı güneşi, rüzgârı kullanan şehirleri…
Hamburger, tost, fast food dayatmalarına karşın yerel tatları öne çıkartıp; Ahşap sandalyenin huzurunda sakin sakin dostunuzla sohbet ederken yediğiniz yemeklerin tadını…
Türünü, cinsini bilmemede boy boy rengârenk ağaçların kapladığı, çiçeklerle süslenmiş parklarda oturup, en sevdiğiniz kişiyle sohbet ederken gelene geçene ”Günaydın” diyebilmek…
Lavanta ve leylaklarla süslü caddelerde oksijeni ciğerlerinizi patlatana kadar çekebilmeyi…
Geniş cadde ve sokaklarında zevksiz panoların olmadığı, şehrin ana arterlerinde en süslüsünden tabela kirliliğin yaşanmadığı, gece neonlu aydınlatmanın gökyüzündeki yıldızları bile örttüğü gece kirliliğini olmadığı…
Hele hele çatılarında ecüc bücüc çapları farklı anten ve çanakların yer almadığı…
Modern şehir pozlarında insana dayatılan süpermarketlerin yerine mahallenin emniyet sibobu bakkal amcanın sevecen bakışlarını….
Mahallenin sıkıntısında, sevincinde ortak tek bir yürek olmayı beceren, gönül dostlarının olduğu mahalleyi…
Açgözlü hormon celladı pazarcıların yerine alın teri ve helal kazanmayı en bereketli kazanç gören, kendi yetiştirdiği tamamen doğal ürünlerin küçücük tezgâhına koyarak insanları bekleyen esnafı…
Arabasının teybini sonuna kadar açan görgüsüz zamane yetmelerine inat, komşusunu rahatsız etmemek için parmaklarının ucuna barsak yürüyenleri…
Yemek kültüründen, şehir planlamasına kadar sakinlik, yavaşlık ve tarihe mirasa saygılı, insanına cebindeki parasına, sırtındaki kürkünü görmeden insan olduğu için değer veren, insanı yaradandan dolayı kutsayan bir anlayışı…
Özledim…
Özledim, çok özledim be…
Bunun ötesi var mı?