Bu sözle ilk defa geçen Ramazan bir televizyon kanalının iftar programında karşılaştım. Yani dini bir programda. Programın sunucusu bu sözü çok beğenmiş olmalı ki ezanlar okununcaya kadar tekrarlayıp durdu. Biraz da bıyık altından gülerek biz dini program seyircilerini, “Kardeşim huzur istiyorsan hak filan gibi şeylere girmeyeceksin” mesajını verdi. Biz de huşu içinde bu subliminal olmayıp, gayet açık olan mesajı alıp cebimize koyduk. Artık huzurlu olabilmek için hakkı filan unutmaya karar verdik.
Sonra biraz internette araştırınca bu sözün “Haklı mı mutlu mu olmak istersin” gibi bir çok versiyonları olduğunu öğrendim. Hatta bazıları “Haklı olmak değil, mutlu olmak istiyorum” diyerek altın bulmuş madenci gibi haykırıyorlardı. Google da 10. sayfada bile bu önemli konu çıkıyor ve bizi huzur, mutluluk için haklarımızdan feragat etmeye çağırıyordu.
Çok az kimse “Hem haklı hem mutlu olmak istiyorum” kardeşim diyordu.
Televizyonun vazgeçilmez yüzü olan sunucu da sık sık bu sözün İsmet Özel’e ait olduğunu tekrarlıyordu. E tabi İsmet abi boş söz söylemezdi ve bir de Özel söylüyorsa (Anlayalım, anlamayalım önemli değil) o sözün felsefi bir ağırlığı olması gerekiyordu.
O dini programı seyrederken, (Dinlerken değil, çünkü konuşulanların çoğu İslami magazinden öte şeyler değil) aklıma Hz. Muhammed (sav) geliverdi. Acaba huzurlu ve mutlu bir insan olabilmek için evinde oturup namazını kılıp, Kur’an’ını okusaydı ne olurdu? Niye kalkıp zamanın bütün otoritesini, krallarını, geleneklerini karşısına aldı acaba? Niye Taif’e gidip taşlandı? Niye doğduğu şehri bırakıp Medine’ye hicret ederek Muhacir oldu? Niye zamanın en güçlü orduları ile savaşmayı göze aldı.
Kendisine Mekke reisliği, servet, kadın, mal, mülk teklif edilince niye acaba, “Bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz ben bu davamdan vazgeçmem” dedi?
Mutlu, huzurlu, eşli, çocuklu, zengin kendi hayatını yaşasaydı ya!
Hanımlarının “Herkes zenginleşiyor, biraz da biz dünyadan nasibimizi bolca alsak” isteğine karşılık evi barkı (Huzuru, mutluluğu) terk edip mescide kapanan; “İsteyen benimle böyle kalsın, isteyen gidebilir. Ben hayat tarzımı değiştirmem” diyen bir Peygamber.
Hz. Muhammed (sav) dünyevi huzuru, mutluluğu değil hakkı seçti. Ve bu uğurda nice zulümlere, çilelere katlandı. Hz. Ebubekir Hak yolunda bütün servetini harcadı, bir elbiseye muhtaç hale geldi. Hz. Ömer, Hz. Osman ve niceleri Hak yoluna hayatlarını feda ettiler. Hz. Ali isteseydi hayatını saraylarda, sevdikleriyle refah, huzur ve mutluluk içinde geçirebilirdi. Ama O hak yolunda, hakikat uğrunda, hakkı tutup kaldırmak için nice mücadelelere, nice savaşlara girdi; sonunda Hak için şehit olarak Rabbine kavuştu.
İmam-ı Azam, Bediüzzaman, Mehmet Akif ve daha niceleri Hak ve adalet yolunda başlarını koymaktan çekinmediler.
İşte günümüz Müslümanı ile onlar arasındaki küçük ama dev gibi fark.
Allah’ın Hak ismine mazhar olmak için feda edilen huzurlar, hayatlar, servetler, canlar…
Bir de bizim iftar programlarımızdaki “Huzur ve mutluluk için hak ve adaletten vazgeçiverin canım” dini! tavsiyelerimiz.
Acaba dünya Müslümanlarının hali hak ve adalet yerine mutluluğu, zenginliği koymaya çalışmamızdan bu halde olmasın?
Bir karar vermeliyiz:
Bu hayata mutlu, huzurlu ve zengin olmaya mı geldik?
Yoksa hakkın, adaletin, doğrunun yanında olmaya mı?
“Bu günün Türkiyelileri insan olmayı değil, zengin olmayı seçmiştir.” diyor sevdiğim bir kalem.
Cenab-ı Hakkın Hak ismine mazhar olmayı hayatının en büyük davası kılamayan Müslümanın huzurlu ve mutlu olmaya da hakkı yoktur.
Haksızlığın ve adaletsizliğin olduğu evlerde, sokaklarda, milletlerde, devletlerde huzur da, mutluluk da olmaz.
Hakperest olmayan hidayeti, huzuru, mutluluğu Cenab- Hak’tan değil dünyadan ve dünyevilerden ister.
Gerçek ve sonsuz huzur ve mutluluk ise sadece H/hakk’ın cenab’ındadır. (Civarında, çevresinde, yolunda)
Maalesef, “Hak yemek, sol elle yemek yemek kadar dikkat çekmedi bu ülkede.”