Kimine göre dünyanın süsü, kimine göre kaşık düşmanı, kimine göre de kullanılacak bir met'a. Fakat nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin kadın (suistimallerle fıtratı bozulmadıkça) özünde nazik, latif, hassas, ince bir varlık.
Her kültürün, her inanışın kadına farklı bir bakış açısı var.
İslam'ın, popüler kültürün ve geleneklere dayanan toplumsal kültürün kadın algısı arasında derin uçurumlar bulunuyor.
Popüler kültürün kadına bakış açısı, genellikle karmaşık ve çelişkili bir yapıya sahip.
Bir yandan kadınların güçlenmesini, özgürleşmesini ve kariyer sahibi olmasını,çalışıp para kazanmasını, erkek hegemonyasından (!) kurtulmasını desteklerken, diğer yandan onları belirli kalıplara sığdıran, nesneleştiren ve idealize eden bir yaklaşım sergiliyor. Bu çelişkili durum, reklamlar, filmler, diziler, müzik ve sosyal medya gibi birçok farklı kanallar vasıtasıyla empoze ediliyor.
Popüler kültürde kadına en yaygın bakış, onun bir met'a, bir cinsel obje olarak görülmesidir. Her yerde, hatta en alakasız alanlarda kadın bedeni, herhangi bir ürünü pazarlamak için kullanılan bir araç haline getirilmiş durumda.. Bu, kadını kişi olarak değil, sadece dişi olarak görmek, bedeni üzerinden prim yapmak, kadın varlığına karşı bir tecavüz (saldırı), kadın onurunu ayaklar altına almak, kıymetini tenzil etmektir.
Elbette, böyle bir muameleye bilerek isteyerek âlet olan kadınların da bunda büyük payı var.
Estetik ve moda endüstrisi, sürekli olarak ulaşılması zor,çoğu zaman da absürt güzellik standartları belirleyerek ve dayattıkları bir kalıba sokarak kadınları fiziksel görünüşleri üzerinden değerli hissettirmeye çalışıyor. Sonuçta günümüzde her yerde şahit olduğumuz, aynı fabrikadan çıkmış gibi birbirine benzeyen, yüzleri botoxlu, estetik faciası garip garip tipler türüyor. İlaveten bir takım mecralar tarafından revaçta tutulan güzellik standartlarına ayak uydurmaya çalışmak, kadınları sürekli bir tüketim döngüsüne ve beden memnuniyetsizliği gibi psikolojik sorunlara itiyor.
Popüler kültür, kısmen kadına annelik, eşlik gibi belirli geleneksel rolleri atfetse de bu son derece sığ ve yetersiz kalıyor. Mesela, bir yandan özellikle ilk altı ay anne sütünün önemi anlatılırken,anne - çocuk arasında sevgi bağının oluşması için çocuğun anne ile büyümesi gerektiği vurgulanırken bir yandan da kadın, çocuğu bakıcıya bırakıp çalışma hayatına devam etmeye teşvik ediliyor. Kariyer, ekonomik özgürlük adına kadın sürekli olarak evinden, çocuklarından uzaklaştırılıp dışarıya yönlendiriliyor. Çalışmak zorunda olduğu algısı yerleştiriliyor. Bu bir çelişki değil mi?
Diğer yandan dizilerde ve müzik dünyasında güçlü ve bağımsız (!) kadın karakteri örnek gösteriliyor, filmlerdeki kadın kahramanlar, iş hayatında başarılı olan dizi karakterleri veya kendi kurallarını koyan şarkıcılar, oyuncular modern, çağdaş (!) kadın figürü olarak lanse ediliyor ve toplum, bunların yaşadığı rahat hayata özendiriliyor.
Neresinden tutarsanız tutun popüler kültürün kadına, kayda değer bir katkısı olmamıştır.
Geleneksel kültürde ise , bilhassa bazı coğrafî bölgelerde kadının durumu; evde hiç bir söz hakkı olmayan, eksik etek, saçı uzun, aklı kısa, kocayla birlikte kocanın başta anne babası, kardeşleri olmak üzere neredeyse bütün akrabalarına itaat ve hizmet etmek zorunda olan âdeta bir köle, bir hizmetçidir.
Tam da burada Anadolu'nun bazı kesimlerinde, çok da uzak olmayan bir tarihe kadar uygulanan birkaç âdetten bahsetmek yerinde olur.
Kadın fikri sorulmadan hatta damat adayını görmeden evlendirilirdi (yakınen tanıdığım bir hanım, kocasını evlendiği gece gördüğünü anlatmıştı). Buna evlendirmek de denmez. Eşya gibi para karşılığı satılırdı.
Çekirdek aileden çok sülale halinde yaşanılan evlerde gelin, ağzını yüzünü yaşmakla örter, konuşacağı zaman fısıltı ile konuşur, sofrayı hazırlar, kendisi sofraya oturmaz, bir köşede el pençe divan durarak ev halkının yemeğini bitirmesini bekler, kendisi daha sonra yerdi. Üstüne başına kaynana ne alırsa onu giyerdi. İstediği saatte yatma, istediği saate kadar uyuma özgürlüğü yoktu. Evin bütün işleri ona aitti.
Ev değil sanki askerî kışla, kadın da orada emirber asker gibi disiplin altındaydı. Bu durum bazı yerlerde halen devam ediyor.
Oysa bütün bunların, yani gerek popüler gerekse geleneksel kültürün aksine İslam'ın kadına bakış açısı tamamen farklıdır. O kadını önce insan olarak görür ve insanî bütün haklarını teslim eder. Evin geçimini sağlama görevi erkeğe yüklenmiştir. Kadın sadece evinden, çocuklarından sorumludur. Ayrıca istemediği bir evliliğe zorlanamaz. Boşanma hakkı da verilmiştir. Toplumun temeli aile, ailenin temeli de kadın olduğundan dolayı dinimizde kadına ayrı bir önem verilmiştir.
Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam buyurdu ki :
"Bana, (dünyanızdan) koku ve kadın sevdirildi. Gözümün nuru ise namazda kılındı."
Şu üç şey Âdemoğlunun saadetindendir; saliha bir hanım, geniş ev, rahat binek.
"Sizin en hayırlınız hanımlarına karşı en iyi davrananınızdır.”
“Dünya (geçici) bir nimettir. Dünyanın en değerli nimeti ise iyi/saliha kadındır.”
Hz. Aişe validemize sevgisini" kördüğüm "diye tanımlayan, kadını" erkeğin gelincik çiçeği" olarak gören zarif, ince duygulu bir peygamberin ümmetinden olmak ne büyük saadet, ne büyük şeref! Elhamdülillah.
Arapça 'da "Rabbaitul Bait " (Rabbetül beyt) diye bir tabir vardır. Bu tabir "evin kraliçesi" demektir.
Kasıtlı olarak yansıtıldığı gibi kadın, İslam da ikinci sınıf insan değil "evin kraliçesi", cennet ayakları altına serilen mübarek bir varlıktır.
İslamî şuuru olmayan Müslüman kimlikli bir kısım insanların, bilhassa erkeklerin kadına karşı yanlış ve ilkel bakışı, kötü tavrı İslam'a mal edilemez. Bu olsa olsa onların karakterlerinin bir yansımasıdır.
Şu bir hakikattir ki, eşine haksızlık eden, kötü davranan kimse, zalim olur. Zalimin hasmı ise;
“İçinizden zulmedenlere büyük bir azap tattıracağız!” (Furkan, 25/19);
“Zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.” (Şura 42/8)
âyet-i kerîmelerinde bildirildiği gibi Allahû Teâlâdır.
Ahzab suresi 33.ayetinde ise Rabbimiz kadınlara hitaben şöyle buyurmakta:
"(Dışarı çıkmanızı gerektiren zarurî bir sebep olmadıkça) evlerinizde vakarla oturun.(Mecburi bir iş için çıkmanız gerektiğinde ise) eski câhiliye devri kadınlarının yaptığı gibi, süslerinizi ve câzibenizi dışarı vurarak çıkmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah ve Rasûlü'ne itaat edin"
Âyet-i Kerîme ve Hadîs-i Şeriflere ilave olarak, Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri hiç de âdil olmayan, fıtrata aykırı bulduğu, kadın ve erkeğin mutlak eşitliği felsefesiyle, kadının bir met' a gibi sosyal hayatın her alanında kullanılmasına karşı çıkmıştır. (Evet Feministlerin iddia ettiği gibi iki cins arasında eşitlik yoktur. Çünkü kadının erkekten, erkeğin de kadından üstün olduğu noktalar vardır.)
Bu hususa şu ibareleri ile işaret eder:
"Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli"
"Sefih erkekler hevesâtına uyarak kadınlaştığında; nâşize kadınlar da hayasızlıkla erkekleşir."
"Mimsiz medeniyet, tâife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer'-i İslâm onları rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede. Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. "
Üstad Hazretleri "şefkat kahramanı","mübarek taife-i nisa " diye sitayişle bahsettiği kadınların, kirli emelleri olan gizli komiteler tarafından yoldan çıkarıldığına vurgu yapmakta ve kadınları uyarmakta.
Bunlar dikkate alınırsa yok olmaya yüz tutan aile hayatı yeniden neşvünema bulup canlanabilir.
Sözün özü kadına hak ettiği değeri yalnız ve yalnız yüce dinimiz İslam vermiştir. Cahiliyye devrinde ayaklar altında ezilen kadını alıp başlara taç yapmıştır. Ne modern çağ popüler kültürünün kadına, bir nevi cahiliye devrine dönüş niteliğindeki bakış açısı ve ne de toplumda yerleşik geleneksel kültürün bakış açısı, İslâm’ın kadına verdiği önemin - değerin yerini doldurabilir...
Medeniyet, modernizm, çağdaşlık adı altında kadını sömüren, aslî vazifesi olan annelik - eşlik sıfatını geri plana iterek aile, dolayısıyla toplum hayatına darbe vuran popüler kültür nerede...
Âdet, gelenek, görenek kisvesiyle kadını köle statüsünde gören, hizmetçi muamelesi yapan Allah'ın muaf tuttuğu sorumlulukları zayıf omuzlarına yükleyen geleneksel kültür nerede...
Kadını cahiliye devrinin ilkel anlayışından çekip alarak hak ettiği yere oturtan , nadide bir mücevher gibi muhafaza eden, steril ortamlarda saklayan, koruyan kollayan, en medenî toplumlarda bile verilmeyen değeri veren İslamî bakış açısı nerede...
Kadın aslına rücû etmeli, yeniden toplumda ve aile hayatında olması gereken yerini almalı. Bu da ancak İslâm'a ittibâ ile mümkün olabilir.