Hayat bu, ne zaman, neyle karşılaşacağını bilmez insan.
Hele hele insanın insana yaptığı ötekileştirme ve kötülüğü hangi kelimelerle anlatabiliriz ki!
Öyle ya; Onlar kendilerine benzeyenlerle teşrik-i mesaide bulunurlar. Kendileri gibi düşünenleri, kendileri gibi yetişenleri, hayata kendileri gibi bakanları severler. Kendilerinden ne kadar çok özellik varsa o kadar çok pohpohlarlar birbirlerini. Doğru orantı vardır sevgi ve saygılarında. Ne kadar çok ortak yön o kadar sevgi ve alkış.
Hayat böyle güzeldir onlara. Herkesin keyfi yerindedir nasılsa, hepsi aynı şekilde bakıyordur dünyaya.
Erdemi yanlış anlayanlar, kendileri gibi olanlarla oyalanırlarken, farklı olanla karşılaştıklarında hemen tırnaklarını gösterirken, ağız burun bükerler. Ne aciz ve zavallı bir duygudur aslında bu. Halbuki hayatımız boyunca sahip olmak istediğimiz hususiyet, hoşgörü, sabır ve yargısız olmak değil midir?
İnsan kendine saygı duyduğunda, karşısındaki insana da saygı duyabilir. Ama bu kendi gibi olana saygı duymak anlamına gelmemeli elbette. Kendimiz gibi olmayanı gördüğümüzde dürüstçe hiçbir olumsuz cümle geçmeden aklımızdan, devam edebiliyorsak yolumuza “saygı” duymayı öğrenmişiz demektir.
Birine saygı duymak onu onaylamak, yaptıklarını da onaylamak demek değildir. Birine saygı duymak kendine karşı dürüst olmaktır. Birinin yaşam şekli, hareket ve düşünceleri bizi rahatsız ediyorsa önce dönüp kendimize bakmalıyız. Bir yerlerde bir eksiklik vardır muhakkak, ki o eksiklik bize hoş olmayan şeyler düşündürüyordur.
İşte sadece evet sadece bu sebeple her zaman bize ters düşen fikir ve görüntüyle karşılaştığımızda yutkunarak sükut etmeyi bilmeliyiz. Bunun içinde önce sevmeyi değil saygı duymayı öğrenmeliyiz. Hem de çok iyi öğrenmeliyiz ki, yaşantımıza yansıyacak güzellikleri gören aile efradı, konu komşuya da örnek teşkil etmiş olalım, diye düşünüyorum.
Bizler şanslı insanlarız aslında, zira bizim hayatımıza numune-i imtisal, yaşadıkları hayat ve eserleriyle maddi manevi hayatımızın aydınlığı ve huzuru olan kıymetlerimiz var.
Hz. Üstad,
"Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hatta menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercîh ediniz."
derken;
Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi
"Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol!"
der ve o ince, hassas, ruhumuza dokundukça, nefislerimizi mutmain kılacak düsturları bir bir sıralar.
"Şefkat ve merhamette güneş gibi ol!
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol!
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol!
Hoşgörüde deniz gibi ol!
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol!
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!"
Bana en çok toprak gibi olmak dokunur, ne büyük anlamlar yüklüdür şu bir satırlık cümlede...
Toprak tevazudur, tahammüldür, bile isteye sonuna kadar sabırdır, hoşgörü ve alçak gönüllü bir ahbaplık, arkadaşlıktır.
Ayaklarımızın altında çiğnenen toprak gibi güzelliklere gebe olsak keşke. Toprak çöp öğütür, gübre çiğner çiçek verir, meyve verir, en önemlisi de gören göze ders verir.
Ayaklar altında ezilip taşlaşıyorum diye gocunmaz. Bilakis bir çiçek tohumu atana bir saksı çiçek, bir meyve tohumu atana binler meyve vermektedir.
Evet toprak, katı ve kesif bir örtü gibi gözüksede, aslında kendi içinde hassas hazineler gizleyen tılsımlı bir meraktır. Hünerli eller, akıllı fikirli ruhlar Rabbin verdiği şuurla toprağı işlemiştir zamanımıza kadar ve toprak kendini vasıflı işçilerine teslim etmiştir ki; kendinde bulunan hususiyetler neşv-ü nema bulsun ve Rabbimizin tecelliyat ve cilvelerine ayinedarlık yapsın. Şüphesiz çirkinlikleri de örter toprak, çeri çöpü bağrında yok eder.
İşte bu yüzden toprak gibi olmaya muvaffak olmak sabır işidir, gönül işidir, tebessüm işidir, yürek işidir.
Kısacası; mesele toprak kıvamına gelebilmektir, acıyıp ezilirken nefsin zincirlerini muhkem tutup hoşgörü ve tevazuyla hayatımızı aydınlatmak, kardeşimizin nefsini kendi nefsimize tercih etmek, ruhumuza huzur verecektir. İnşallah.