Zeynep insanım: on yaşında. Ben onunla; bu aklımla çocuk oldum, tekrar yeni şeyler öğrendim, tekrar büyüyorum. O benim arı kuşum. Canım torunum.
Zeynep insanı diyorum çünkü biliyorum ki; en çok çocuklar insan. Sevgileri doğal, içten, kahkahaları hesapsız, öfkeleri saman alevi, sevinçleri sahici, bakışlarında sahte ışıltılar göremezsiniz. İşte tam da bu yüzden insan en çok çocukken insandır.
İnsan çocuklarını yetiştirirken; her işte acemi olduğu için olsa gerek, belli bir telaş içinde oluyor (belki de sadece ben öyle hissediyorumdur) kendi çocuklarımı yetiştirirken onların büyümelerini çok izleyemedim. Günlük ev işleri, çalışma hayatı, deneyimsiz olmanın verdiği yorgunlukla nasıl akşam oluyor, sabahlar bana ne getirir hesap edemeden koşturarak hayatımı bu zamana getirdim; çoğu zaman ne yaşadığımı bilmeden. Günü bitirdiğimde elbette başardığım işler, yeni öğretiler yanıma kâr kalıyordu. Hepimiz böyle telaşlar yaşayarak olgunlaşmadık mı?
Zaman zaman yeni insanlar girdi hayatımıza, değişik acıları göğüsledik, etten kemiktendik ama; değişik fikirlere, aile hayatına yapılan müdahalelere, kıskançlıklara, yalanlara kısacası tüm dış zehirlere bedenimizle, aklımızla karşı dururken; taş olsa çatlardı, çatlamadık. Demir olsa erirdi, biz çiçek açtık. Dağ olsa erozyona uğrar yıkılırdı, biz toprağa kuvvetli, samimi köklerimizle öyle sarıldık ki; güneş gibi parlak sevinçler, baş edilmez dertlere pespembe çareler olduk. Yenilgilerimiz zafer şarkılarına evrildi. Ve bugünlere kolay gelmedik, sevmekten hiç vazgeçmedik.
Şimdi kalbimizi en ağır sözler bile incitemez, tebessümümüz heybemizde fazlasıyla yedekli. Ayağımızı kaydırmak isteyenlere kucak açıyoruz. Kavga etmek isteyene susarak cevap vermesini ziyadesiyle iyi biliyoruz. Mutfağa girdiğimizde bir orduyu doyuracak yemeği tecrübelerimizle gençliğimizde çektiğimiz telaşlara inat 10 dakikada terlemeden yapıyoruz. (On dakikayı abartmış olabilirim ama olsun ????)
Kısacası olgunlaştık, kazanımlarımız oldu olmasına lakin, öylesi hayat gailesi içinde boğuşuyorduk ki çocuklarımızla birebir fazlaca vakit geçiremedik. Belki de imkanlarımızın yetersizliğindendi bu. Zira evin hanımı, evin muhasebecisi, evin temizlikçisi, evin dadısı, evin tamircisi. Bir de bahçeniz varsa bahçıvanı aşçısı idik. Ve gece yattığımız yeri beğeniyorduk. Tek avantajımız mutsuz olmaya, hayatı irdelemeye vaktimiz yoktu. Gerçekten mutluyduk.
Geçmişe hesap sormuyorum, yollarıma gül dökmedi diye kırgın değilim sadece evlatlarımı yetiştirirken Zeynep insanımı nasıl gözlemliyorsam keşke onları da öyle gözlemleyebilseydim diye hayıflanıyorum Çünkü çocukların dünyası biz büyüklere gerçek anlamda hayata dair çok tüyolar veriyor, safiyane söylediği bir cümleden kocaman manalar çıkarıyor, bunu daha önce ben niye farketmedim diyorsunuz. Bazen de yaranıza merhem olup, ruhunuzun ihtiyacını size altın tabakta sunuyorlar.
Aslında evlatlarımızı yetiştirirken en önemli kaygımız; iyi bir eğitim sağlayabilecek miyiz? öğretilerimiz doğru mu? Maddi manevi bize emanet edilen yavrularımıza faydalı olabilecek miyiz? derdinden belki de çocuklarımıza vakit ayırmada eksik davrandık. Ama torununuza bakarken geçim derdiniz yok, akşama ne pişireceğim kaygınız yok, yetti mi arttı mı sıkıntısı yok, ununuzu eleyip eleği duvara asmışsınız. Tek düşünceniz minicik bir yüreği mutlu etmek; onu, işte olan ebeveynine özlem hissettirmeden oyalamak.
Ve her konuda deneyiminiz yeterli, pratik düşünüp düşündüğünüzü hayata geçirebiliyorsunuz. Eh bir de cennet meyvesi bir eğlenceniz var, onunla oynarken yeni yeni farkındalıklar yaşıyorsunuz. Baştan beri yazdıklarım yakın zamanda Zeynebimle yaşadığım bir olaydan hisseme düşeni sizinle paylaşmak içindi aslında. Anlatayım.
Annem uzun zamandır rahatsız. Son kontrolünde doktor iğne yazmış. Babam kızım ne zaman geleceksin, annenin iğneleri var biliyorsun senden başkasına iğne vurdurmaz deyince; bu gece gelirim inşallah dedim. Zeynep insanım da hastaydı ve derslere online katılıyordu son günlerde. Cuma annesinin toplantısı olduğu için el mecbur anneanne torun Kartal'daki evime gittik. Çengelköyden (kızımın evinden) getirdiklerimizi benim eve bırakıp, büyük nenemize geçtik. Biraz oturduk, Annemin enjeksiyonunu hallettikten sonra tekrar eve geçerken malum ev boş biraz alışveriş yaptım. Eve geldik. Bir taraftan aldıklarımı ve Çengelköyden getirdiklerimi yerleştiriyor, diğer taraftan Zeynep insanıma yemek hazırlarken, çayımızı demliyordum. Bu arada Zeynep insanım nereye pamuk kedisi oraya gider kuralından dolayı, anladığınız üzere Pamuk kedisinin de mama ve suyunu koymayı ihmal etmiyorum. Her şeyi halledip tam ''ay çok yoruldum'' diyerek koltuğa oturacaktım ki, Zeynep insanının bana bakan gözleriyle karşılaştım.
‘Ne oldu? Neden baktın bana öyle kuş yumurtam’ dedim. Arı kuşum öyle bir cümle kurdu ki; Yorgunluğumu unuttum, başım göğe ulaştı, gözlerim parladı. Merak ettiniz farz edip hemen merakınızı gideriyorum.
- Biliyor musun anneanneciğim? Sen dünyanın en çalışkan anneannesisin. Her şeyi çabucak hallediyorsun. Hani arı gibi, karınca gibi derler ya, bence sen onlardan da çalışkan ve her işte ustasın. Ve en çok tatili, gezmeyi sen hak ediyorsun.
Gülümsedim; yorgunluk mu? O da ne? kuş gibi hafifledim, ayaklarımın ağrısını unuttum. Boynuma doladığı kollarının yumuşacık huzurunu taa yüreğimde hissettim. Bir de sevgiyle takdir edilmenin hazzını ruhuma yerleştirirken; bu takdir ve övgüye ruhumun ihtiyacı olduğunu farkettim.
OSHO’nun dediği gibi ‘ilgi enerjidir. Biri sana sevgi dolu baktığında seni besler.’
Evet her yere yetişmek ve sevdiklerini memnun etmek isterken kendini unuttuğun anda bir minik yavru seni rahatlatıp enerjine enerji katarak senin değerli olduğunu hissettirir. Elhamdülillah.