Kendimiz Olabilmek

Hümeyra Yıldız Dülek

Huzurlu bir kalp, mutmain bir ruh, güler bir yüze sahip olmak istiyorsak; kendimizi olduğu gibi kabul etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Evet insan kendiyle barışık olur, hatta arada dalga geçebilirse kendini anlamanın kapılarını aralamış olacaktır. Kendini kabul edebilmek, kendine olduğun gibi bakabilmek insanı özgürleştirir.

Artı ve eksilerimizin farkında olmaktır aslında kabullenişimiz. Şimdilerde bazı gençleri izlediğim zaman üzülüyorum; falan sanatçının burnu, filan ünlünün saç rengi, giyim tarzı... Nasıl bir özentidir ki bu takılan lensler, küçük yaşlarda değişen saç renkleri, estetik yaptırmak için onsekizini iple çekmek; bu zihniyeti değiştirmek gerek. Halbuki ben gençlerimizin, bir insanın bilgi birikimine, kültürel zenginliğine imrenmesini arzu ediyorum.

Kendilerinden kaçmayan, kendilerini yargılamayı bir yana bırakanlar; yaşadıkları hayat içinde çok daha başarılı, çok daha sevilen, kabul görmüş kişiliklerdir ki bu onlara özgüvenli olmayı sağlar.

Geçenlerde gençlerin çokça takıldığı bir kafede önümdeki kitabı okumaya çalışıyordum. Malum gençlerimiz artık kendilerini pek kontrol altında tutma ihtiyacı hissetmiyorlar, öyle olunca da yüksek sesle ettikleri sohbet okumaya devam etmeme müsaade etmedi. Yan masada çok dertli iki kızımızın konuşmalarına istemeden kulak misafiri oldum.

Dert ettiklerini sizinle paylaştığımda eminim içiniz üzülecek:

Bir tanesi “Biliyor musun? Harçlıklarımı biriktirdim, çok az kaldı yakında sana mavi mavi bakacağım. Aslında part-time bir iş bulsam ilk işim burnumu, göz kapaklarımı halledicem ama... Allah herkese cömert davranmış, beni unutmuş!” dedi.

Arkadaşı az biraz insaflı “Tövbe de kız çarpılacaksın!’’ dedi.

Diğeri ısrarlı, “Ay zaten nerem doğru, çarpılsam n'olcak! Neyse ki estetik diye bir şey var.’’ dedi.

Tüylerim diken diken oldu. Rabbim sen rahmetinle muamele et bu yavrulara, cahil olmak zor diye geçirdim içimden. İnsanın gerçekten önce kendisini bilmesi gerek, sonra her haliyle kendini sevmesi gerek; elbette her şeyden önce, kendine verilen azaların şükrünü eda edebilmeyi öğrenmesi gerek. Ne büyük nimetler içinde yaşadığımızın farkında değiliz. Görebilmek, rahat nefes alabilmek, çevredeki sesleri duyabilmek, yediğimiz her şeyin tadına varmak, bununla birlikte akıl ve anlayışımız, hepimiz için büyük bir servettir tartışmasız. Kaşım eğri, kulağım büyük, gözüm neden kahverengi de yeşil değil diye ağıtlar yakacağımıza, bize verilen noksansız güzellikler için şükretmeliyiz.

Allah’ın verdiğini kabul edip kendimizi ilimle, irfanla güzelleştirmeliyiz. Hele akıl gibi bir nimete sahip olmak Rabbimizin bizlere en büyük ikramı. Elbette hiçbirimizin vasıfları bir diğerine benzemez, her şeye kudreti sonsuz yeten Cenab-ı Hak hepimizi ayrı ayrı lütuflarla süslemiş. Kimimiz belâgatta ustayızdır, kimimizin kalemi kuvvetlidir, kimimiz resim yapmakta. Kimimizin sesi güzeldir, kimimizin bakışı, duruşu. Kiminin aklına hayran kalırız, kiminin yeteneklerine, kimisinin de kocaman yüreğine, sıcacık gülüşüne, hoş görüşüne, sabrına, sesindeki tevazu ve bakışlarında coşkuyla seyrettiğimiz dolu dolu, pırıl pırıl sevgisine.

Şeklimize takılıp kalmaktan kurtulmalı; evlatlarımızı, gençlerimizi bu noktada eğitmeliyiz. Zaman içinde burnumuzdan, kulağımızdan, kolumuzdan, saçımızdan estetik yoluyla kurtulup değişiyoruz ya; asıl kurtulmamız gereken kendimizden kaçışlarımız, ruhsal maskelerimiz değil midir?

Hani Hz. Mevlana “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” demektedir ya; işte insan isminin, saygınlığının, ölüm karşısında bir hiç olduğunun fehmine vararak; bu hayatın geçici olduğunun bilinciyle hareket etmeye başlarsa maddi manevi hayatında rahata erer. Zira hakikatin; oyuna, kurguya, tepkiye ihtiyacı yoktur.

Birilerine benzemek, kendinden kaçmak, samimiyeti yitirmek, özenti içinde olmakla insan sadece kendini değil birlikte yaşadığı insanları da derin bir çıkmazın içine sürükler.

Kendimiz olmak, kendimize güvenmek, toplumsal hayatta bizi diğer insanların gözünde daha önemli kılar; bu ise bizim duygusal anlamda daha güçlü olmamızı sağlar. Olduğu gibi görünmemenin altında da aslında güvensizlik, kendini yeterli görmeme hissiyatı yatmaktadır.

Düşünce ile sözün birliği, düşünce ile davranışın birliği, davranış ile sözün birliği dürüstlüğün son noktasıdır.

İnsanın dürüst, samimi, içten ve yalansız olması; nasılsa o şekilde davranması günlük hayat içinde onun en rahat ve huzurlu halidir bence.

Yoksa hiçbir değeri olmayan koşuşturmalar içine girmek, zihnimizde şekillendirdiğimiz sahte benliğimize inanmak ve çevremizi buna inandırmak ancak bizi yorar, çünkü kendimizi devamlı kontrol altında tutmamız gerekir.

Kendimizden utanmadan, içimiz neyse, yüreğimizde ne varsa, gönlümüzden ne geçiyorsa öyle davranmak en güzel hasletimiz olmalıdır. Başka biri olmaya çabalayanlar asla kendini, hayatın ona bahşettiği güzellikleri, nimetleri tam manasıyla yaşayamaz. Kendini soluyamayan biri oksijensiz kalmış beyinler gibi bir çok hastalığa namzettir.

Kısacası başkalarının görüşleri üstüne hayatımızı kurmak, şekillendirmek yerine, kendimize teslim olmalıyız. Kendimize duyduğumuz güven, kendimizi tanımak, bizi özgürleştirir; bizi korkudan cesarete doğru yönlendirir. Etrafımızda içimizi bulandıran birçok ses olabilir ancak biz zihnimizi bir kez yoklayıp içine girdiğimizde bütün negatif düşünceler, o çok seslilik silinip gitmeye başlar.

O bunu demiş, bu şöyle davranmış, ah gözlerim karaymış... Her şeyi bir kenara itip kendimiz olalım.Yoksa kekliği taklit ederken kendi yürüyüşünü unutan karga gibi zıplayıp durmanın bir alemi olmasa gerek.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.