-17 AĞUSTOS 1999 DEPREMİNDE ÖLENLERİN ANISINA-
Elele yürüyorduk eve giden yolda, elini bırakıp koluna girdim, sonra "abla, dondurma alalım mı?" dedim. Güldü, her zamanki yüreğimi titreten gülüşüyle.
– Biraz evvel gazoz içtik ya.
– İyi de hava çok sıcak.
– Ah be çocuk, biliyorum hava çok sıcak, hatta bugün her zamankinden daha sıcak, ama her dakika bir şeyler yiyip içerek bu işi halledemeyiz ki. Eve gidip ılık bir duş alıp evin en gölge yerinde oturalım. Kitap falan okuruz.
Birlikte sustuk, o benim annemden sonra koruyucu meleğimdi. Ağabeyimi, babamı da çok seviyordum. Ama ablam sanki aldığım soluk gibiydi...
Ben hiçbir yerde arkadaşsız kalacağım telaşı çekmedim, çünkü ablam yanımdaydı hep, karanlıktan korkmam, elim ablamın elindedir mutlaka, açlık, susuzluk, uykusuzluk, bunların hepsini ablam düşünürdü...
Aslında en büyük hayranlığım anneme, kendinin ufak bir kopyasını yetiştirmiş, hassas, duygusal, düşünceli, becerikli, en önemlisi şefkat ve merhametli...
Annem en kıymetlim, ablam daha kıymetlimdi... Benim rol modellerimdi kısacası. Gerçi ben kıskanç bir tabiata sahibim sanırım. Zira annem azıcık ablamla ilgilense veya ablamın ilgisi başkalarına kaysa; sanki bana ilgileri azalacakmış gibi hissedip içimde durduramadığım bir hırçınlık duyuyordum. Gidip sokulurdum yanlarına, sohbetlerini bölerdim, olur olmaz sorular sorup saçmalardım, hatta bazen daha ileri gidip yavaşça kendimi yere atıp, düşmüş gibi yapar sonrada son ses ağlardım, onlar yanıma gelip elleri ellerime değince nasıl keyiflenirdim bilemezsiniz.
Aşırı sıcak bir günün sonunda akşam yemeği için sofraya oturduğumuzda babam, annem işyerinde sıcaktan doğru dürüst çalışamadıklarının sohbetini yapıyorlardı. Yemekten sonra hepimiz balkonda oturmayı tercih etmiştik, gerçi ne hikmetse bugün balkon bile esmiyordu. Ablam "ben yatıyorum" dedi, "ben de yatacağım" dedim.
Ablamla aynı odayı paylaşıyorduk. Gel başımın tatlı belası diye elimden tuttu, ben şımarık bir gülümsemeyle babam ve anneme iyi geceler diledim balkon kapısından el sallayarak.
Ablamla yataklarımız karşılıklıydı. Benim karyolamın yanında gardolabımız vardı. Ablamın karyolasının yanında ise onun çalışma masası ve kitaplığı. Aslında benim için bir oda yapmıştı annemler ama ben her gece el ayak çekilince ablamın yanına gelip yattığım için, annem benim karyolamı ablamın odasına taşıyıp benim odamı ütü ve giyinme odası olarak kullanmaya başlamıştı. Ablam odamıza girince her zaman yaptığı gibi kitabını alıp yatağına uzandı, okumaya başlamadan bana sevgiyle tebessüm ederek "sen de bir şeyler okuyacak mısın? Yoksa hemen uyuyacak mısın?" diye sordu. "Uyuyacağım ablacım" dedim. Baş ucundaki lambayı yakıp odanın ışığını kapatırken "iyi geceler tatlım" diyerek beni her zamanki gibi sıcacık öptü.
Ne kadar uyuduk bilmiyorum büyük bir gürültü ile uyandım, odamız beşik gibi sallanıyordu, ablamın yatağına gitmek istedim, bu arada "abla, abla" diye bağırıyordum, ablam "çalışma masamın altına girelim" diye bağırırken yatağından kalktı ve beni tuttuğu gibi masanın altına ittirdi "buradan çıkma, annemlere bakacağım" dedi, "abla gitme" diye ayaklarına yapıştım, tam o sırada babam "yavrularım" diye odamızın kapısını açtı.
Kapımızın açılması ve babamın "yavrularım" demesinden sonra çok büyük bir gürültü oldu ve çığlıklar çığlıklar… Sonrası yok...
Şimdi her yer fazlasıyla karanlık, nefes almakta zorlanıyorum, bağırmak istiyorum ama sesim çıkmıyor, ellerimle etrafı yoklamaya başladım, hala ablamın çalışma masasının altındayım galiba ama kıpırdayamıyorum. Bir yerlere uzanmak istiyorum, elimi uzattığım her yer toprak gibi, taş gibi, sert bir şey bulmam gerek diye düşünüyorum korkuyla titrerken, ve ablam beni kurtarır, burada olduğumu biliyordur, o beni yalnız bırakmaz diye geçiriyorum içimden, nefesim tükeniyor gibi, sağ ayağım biraz oynatabildiğimi farkedip nereye vurduğumu bilmeden tepiklemeye çalışıyorum, ses çıkıp çıkmadığını bilmiyorum ama ayağımı hızlı hızlı oynatıyorum. Bu hareketi niye yaptığımı bilmeden yapıyorum. Kalb atışlarım o kadar kuvvetlendi ki; bir saat gibi tık tık atıyor. El ve ayak parmaklarımın uçları buz kesmiş gibi ve nefesim sanki bitiyor, karanlığa alıştım, korkum sonsuz, gözlerimi kapattım ve ablamın bana öğrettiği bütün duaları okumaya başladım. Sanırım ya uyudum, ya öldüm...
- Kendine geliyor. Doktoru çağırın, doktor bey, doktor bey!
- Allah’ım sana şükürler olsun. Canım kızım beni duyuyor musun?
Elimi kaldırmaya çalışırken, gözlerimi tamamen açıyorum. İlk gördüğüm baş ucuma asılı kan ve serum şişeleri oluyor, bakışlarımı biraz yana kaydırınca, annemin ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle karşılaşıyorum gülümsemeye çalışıyorum ama başarabildiğimden emin değilim. Annem "Canım" diyerek elimi tutuyor.
Doktorum babacan tavırlı güler yüzlü bir insan, "hoş geldin Gül kız, çok korkuttun bizi, kendini nasıl hissediyorsun bakalım?"
Sadece bakıyorum, babam giriyor odaya sonra abim. Ablam nerede acaba? Onu evde bırakıp gelmiş olabilirler mi?
Annem ve babam endişeli gözlerle bakarak beni konuşturmaya çalışıyorlar. Doktor oda kapısına ilerlerken her şey yolunda, telaşe mahal yok "Gül yakın zamanda neler hissettiğini bana ve size bir bir anlatacak" diyor gülümseyerek ve göz kırparak "değil mi?" diyor bana. Başımı sallıyorum.
Kendime geldikten sonra 15 gün daha hastanede kaldık, ne ilk uyandığım gün ne de daha sonra ki günler ablacığım gelmedi beni görmeye. Bu arada büyük bir deprem olduğunu evimizin yıkıldığını, birçok insanın hayatını kaybettiğini bazen televizyondan, bazen annemlerin konuşmalarından yavaş yavaş öğrendim. Öğrenemediğim tek şey ablamın neden hala beni ziyarete gelmeyişiydi...
Hastaneden çıkınca mahallemize uğramadan direkt İstanbulda doktor olan amcamın evine geldik. Amcamın babama "gerekli yerleri bilgilendirdim, inşallah yarın, öbür gün cevap gelir. Sen de bizim hastanede işe başlarsın kardeşim. Yengemin de işini bir şekilde buraya aldırmaya çalışalım" dediğini duydum. Artık İstanbul’da yaşayacaktık. Abimin hayaliydi İstanbul’da üniversite okumak. Nitekim birkaç gün sonra sınav sonuçları açıklanmış İstanbul Üniversitesi tıp fakültesini kazanmıştı. Babam ve amcam gibi ideali olan mesleğe böylece ilk adımı atmıştı sevgili ağabeyim...
Bu arada ablam amcamda da yoktu. Bütün gücümü toplayıp, "ben ablamı istiyorum" dedim.
Annem sevinçle "konuştu, konuştu" dedi ve hıçkıra hıçkıra ağlayarak odadan çıktı. Babam bana sımsıkı sarıldı, odada büyük bir sessizlik vardı, gözlerim ağabeyime değdi, sessizce içini çeke çeke ağlıyordu. Ona baktığımı görünce gülmeye çalıştı gülemedi, geldi bana sarıldı ve bir anda "ablam Allah’ımızın yanına gitti, orada bizi bekliyor" dedi, sonra sarsıla sarsıla ağladı ağladı, bütün odayı ağlatarak.
Amcam tedirgin gözlerle bana bakarken, ağabeyime "her şeyin bir zamanı var be koçum, büyüklere bıraksaydın bunu söylemeyi" dedi, sert bir sesle...
- Ablam gitti mi baba dedim, beni bırakıp gitti mi? O beni bırakıp gitmez.
"Gitti" dedi babam. "Gül’üme selam söyleyin, ona öğrettiklerimi hiç unutmasın, beni yine çok sevsin, ve kendine ve size iyi baksın. Ben ona uzaklardan hep dua edicem" dedi ve gitti yavrum.
Göçük altından benden sonra çıkarmışlar ablacığımı ama hastahane yolunda son nefesini vermiş. Babamı, annemi ve ağabeyimi bizim oda kapısının yanındaki portmanto kurtarmış, binlerce şükürler olsun.
Ablam bana her zorlukta bir kolaylık olduğu öğretmişti. Bana öteleri anlatıp, "biz Rabbimize sevdalayız, O’ nun emirlerini yerine getirmek, Habibinin (sav) hayatını kendimize rehber edinmek en büyük vazifemiz olmalı sevgili kardeşim" derdi hep. İyi ki bana Rabbimi öğretmiş. Sabrı öğretmiş.
Şimdi mezarının başında seninleyim.
Ey benim ötelerdeki canım ablam, sen ‘ötelere’ aşıktın. Sen buldun aradığını. Ben ise yoldayım hâlâ.
İmtihanın bu en zor anında sabır diliyorum Rabb’imden kendime.
Ben 9 yaşımda kaybettim ablacığımı, biz 1999 yılının sonbaharında evlendirecektik Onu. Ama o gelinliğini 17 Ağustos’ta giymek istemişti. Rabbim öyle uygun görmüştü. Her gün ablam için ağlarım, onun yaptığı çeyizlik işlemeleri yeni evimizde odama koydum. Her akşam okşuyorum onun elinin değdiği işlemeleri. Ruhuna okuyorum canım ablamın.
Annemle babamı bazen sessiz sessiz ağlarken yakalıyorum. Hele kabristanda ablamı ziyarete gittiğimiz günlerde anneciğimin gözyaşları hiç dinmiyor. Canım ablam çok özledim seni. Kocaman oldum belki ama hala elinin elimi tutuşunu özlüyorum, sesini özlüyorum, nasihatlerini özlüyorum, bana arkadaşlık edişlerini, sohbetlerini özlüyorum.
Beni her türlü yaramazlıktan korur, bana gözün gibi bakardın, asla bana kıyamazdın ya; işte o merhametini, şefkatini özlüyorum.
Biliyor musun ablam; Senden sonra hiç gitmedim Gölcük’e. Babam birkaç kere gitti, ilkinde annemle birlikte gitmişlerdi, İstanbul’a döndüklerinde annem uzun süre hasta oldu, devamlı ağlıyordu. Babam daha sonra annem ısrarla ağlamayacağını söylese de, annemi bir daha Gölcüğe götürmedi. Orada ki evimizle alakalı hukuksal işlemler bitince babam da bir daha gitmedi. İleriki zamanlarda mahallemize gider miyim bilmiyorum, bu konuda o kadar güçsüz ve zayıfım ki...
Güzeller güzeli ablam; ben annem gibi hemşirelik okudum, işimi çok seviyorum, insanlara faydalı olmaya çalışıyorum, zorda kalanların yardımına koşmak bana huzur veriyor. Hastalarla uğraşırken acılarımı unutuyorum, bazı hastalar, bilhassa yaşlı teyzeler hayat hikayelerini anlatıyorlar da yaşadığımız hayat içinde Allah’ın şanslı kullarından olduğumuza bir kere daha kanaat getiriyorum. Lakin; sensiz her zaman bir tarafım eksik ve mahsun. Seni çok seviyorum ve bana sevgiyle bakan güneş gözlerini özledim, çok özledim...
Ah ablam bir hasret var bende, cümlelere sığmayan. Elimde kalem, yüreğimde özlem; sana ve yokluğuna akıyorum gözyaşlarımla. Fırtınalarla kavgalar ediyorum sensizliğin ateşini söndüremedikleri için! Gözlerimde bin hüzün, bin ayrılık hikayesi. Her gün batımı hasretin çöküyor içime. Bir şeyler düğümleniyor boğazıma. Sığdıramıyorum yüreğimi koca şehre. Ben üşüyorum, ellerim titriyor. Bir yangının tam ortasında hissediyorum senle geçen yılları her anışımda.
Ne acıktığımı biliyorum, ne de susadığımı. Sadece çalışıyorum bütün gücümle.
Kendine iyi baksın demişsin ya, bana öyle kol kanat germiştin ki; o gün bugündür, bu yarayla kendime iyi bakamıyorum Ablam...