Kendi planlarımızı yapıyorduk; ama kaderin de planları olduğunu unutmuştuk; der Dostoyevski.
İnsan 20’li, 30’lu yaşlarda bu sözün içerdiği anlamı çok irdeleyip umursamıyor, fakat yaş aldıkça; plan ve programın ne olursa olsun hayat sana kader ve kazanın ne olduğunu bütün planlarını alt üst ederek, kontrolün altında sandığın yaşantını, çizdiğin yolları karalayıp, başka bir güzergâh çizerek "şimdi yoluna buradan devam et" diyerek öğretiyor. Bu tıpkı bilmediğimiz bir adrese navigasyonla giderken, duyduğumuz "rota değiştirildi" sesiyle yeni rotayı el mecbur kabul etmeye benzer.
İşte yakın zamanda beni gerçekten çöküntüye uğratan, acziyetimi dibine kadar yaşadığım bir hadiseye maruz kaldım. Durdum, düşündüm; ben bugün gündelik işlerimi yapıp, keyif kahvesi için dışarı çıkacaktım. Fakat; Takdir-i İlahi’nin mutlaka hayatımızın bir yerine hiç beklenmedik anda koca bir virgül koyabileceğini bir kez daha yüreğimin ta içinde acı ile hissettim. Darmadağın olmuş gibi gözüksem de aklım, kalbimin ağlamalarını susturup, duygusallıktan ziyade mantığımla güçlü olmam gerektiğini bana hatırlattı. Hatırladığım bir şeyde uzun soluklu planlar yapmamaktı.
İnanç ve teslimiyetin insan ruhunu nasıl mutmain ettiğini Hamdolsun ki biliyorum. Ben hayatım boyunca kaderci oldum sanırım. Hayır kadercilik demeyelim, tevekkül etmeyi seviyorum. Yani elimden geleni yapıp gerisini Rabbime bırakmak muhteşem bir duygu. Tabi bazen cüz-i irademle yanlış kararlar alıp pişmanlık yaşamıyor muyum? Elbette yaşıyorum. İradem dışı Rabb’imden gelene "Amenna" demek ve hayata tekrar kaldığım yerden devam ederken yitirdiklerim varsa eseflenmeden, sorgusuz sualsiz, her seferinde tazeden "Bismillah" deyip huzurla an’ı yaşamayı tercih ediyorum.
Çünkü biliyorum ki; Kader, Rabb’in her şeyi bilmesi ve yazmasıdır. Öyleyse, olmuş olan ve olacak, yani başımıza gelecek her şey Cenab-ı Hakk’ın emri altındadır. Ve başımıza gelen musibetler bize şer gibi gözükse de şüphesiz o bizi üzen olayın altında yüzümüzü gülümsetecek bir hayr tarafı vardır.
Bediüzzaman Hazretleri der ki;
"Dini olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir."
O halde hayatın getirilerine çok da takılıp kendimizi parçalamamalıyız. Dış tazyikler, nefs ve şeytan; Kudret, Kemal ve Celal sahibi Rabbimizle aramıza girip teslimiyetimizi sarsmamalı. Zira;
"Başa gelen her musîbet, ancak Allah’ın izin vermesiyledir. Kim içten ve şuurlu olarak Allah’a iman ederse, Allah onun kalbini doğruya ve gerçeği idrake açar. Allah her şeyi hakkiyle bilir."
Teğabün – 11
Demek ki; zayıf iktidarımız, cüz’i irademiz, kısır ilmimiz, aciz kuvvetimizle hayat yolunun karar kavşaklarında tercihlerimiz doğru veya yanlışlarıyla bizimdir. Küll-i irade ise bize bi anda nerede durmamız gerektiğini hatırlatır. Başımıza gelen bizim için büyük gibi görünen musibetler karşısında ise teslimiyet ve tevekkülle Üstad Bediüzzaman'ın sözlerine kulak verip, iç dünyamızı rahatlatabiliriz.
Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül,
Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil.
Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil.
Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.
Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Elhamdülillah.