Gül Kokan Duygu: Aşk

Hümeyra Yıldız Dülek

Aşk, insanı halden hale sokan, gülerken ağlatan, ağlarken güldüren, çocuklaştıran bazen anlamsızlaştıran bazende içine dürülüp kendi varlığında yok olmayı öğreten bir mefhum.

Aşıksanız nasıl bir karmaşa içinde olduğunuzu çokça bir zaman anlayamazsınız, aşkın coşkusu alır götürür sizi adı olmayan şehirlere, uzaklıklar, kayboluşlar, gülmekle ağlamak arasında sıkışan duygularınızla dilinizden dökülenler;

Ağlatıcı sevinç,
Güldüren ıstırap gördüm…
Çevirip döndürdüm bir masal gibi.
Kendimi gördüm…
Oluverir.
Söyletir Aşk,
titretir aşk,
ürkütür aşk,
acıtır, incitir, kanatır, yorar ve bilinmez
sonsuzluklara fırlatıverir yüreğinizi.

Çağlar boyunca insanın insana, insanın hayvana, doğal dünyaya hatta kendine duyduğu sevgi karşı konulmaz seviyelere gelince ismi AŞK olup çıkıverir karşınıza.

Ümitsiz aşıklar, efsaneler, aşkı için ölenler, öldürenler, bir prensesin aşkı için savaşan toplumlar, işgaller, yazılan şiirler, ağaçlara kazınan baş harfleri, her müsait görülen yerlere yazılan isimler, çizilen kalpler, balkon altı serenatları, gönderilen çiçekler, parfümler, yemekler, platonik aşklar, hayali aşklar.

Nasıl olursa olsun aşk; yüreğimizdeki heyecanlı çırpınışları hissetmek, baktığımız yerde gördüklerimizden memnun olmak, huzura ulaşmaktır.

Aslında huzur duymak mıdır aşk?

Elbette aşkın getirisi, sevdalandığımız gözlerde sükunet ve dinginliğin serin sularında uykuya dalmak olsun isteriz, lakin geçmiş zaman hikayelerinden öğrendiğimiz kadarıyla aşk yanmaktır, cezadır, eziyettir, bir bakışa meftun olup diyar diyar ıstırapla dolaşıp sevgiliye ulaşamamaktır ki; bu da huzur ve sükundan uzaklaşmak demektir.

Elbette aşk gel deyince gelip, git diyince sizi terk edecek bir duygu değil, ne zaman, ne şekilde sizi bulur bilinmez. Şimdilerde günümüz insanı, sabah aşık olup, ertesi günü ayrılıktan bahsetmeye başlıyor, ne ara sevdiğini hissedip, tanıyıp, yorum getirip, karar veriyor anlaşılmaz, bir bakıyorsunuz aldığı elektrik çarpıveriyor aşıkları ve ters yönlere düşüyorlar.

Neden her şeyi basitleştirip, hususiyetini yok eden canavarlara döndük, yozlaştık bilmiyorum. Aslında nenelerimizin mahçubiyetini, şefkatini, dedelerimizin efendiliğini, sadakatini göz göre göre yitirdik, yozlaşmayı medeniyet zannettik. Anı yaşamak adı altında ahlaki değerleri içimizde bir yerlere gömüp, ruhumuzu karartarak medenileşip çağ atlıyoruz zannettik. Hayır çağ atlamıyoruz; kararan gönüllerimiz hakiki sevmeleri, gerçek aşkları anlayamaz oluyor, bencilliği, adam sendeciliği, ayıpsız yaşamayı öğreniyoruz ve öğretiyoruz. Kalbim temiz cümlesinin içine komik bir şekilde sığınıp özümüzden, inancımızın güzelliğinden uzaklaşıyoruz.

Ruhumuz rahata alışıyor, nefsimiz zevk ve sefayı seviyor, bunların getirisi olarak yüzeysel bakışları aşk sanıyoruz. Veya bugün seni yarın başkasını sevebilirim triplerinde günü kurtarıyoruz. Halbuki aşk ve sevgi nasıl da başlı başına koca bir dünyadır. İçine düştüğünüzde hem çıkmak istemez, hem kaçıp kurtulmak istersiniz.

Sıradan bakışmaları aşktan saymak yürekler için hüsrandır. Dünün aşklarını bugünün sevmeleriyle mukayese bile edemeyiz. Zira geçmişte yüreklerde menfaatten önce fedakarlık, merhamet, sahiplenme, ahde vefa vardı. İnsanlar birbirine tahammül etmeyi, yutkunmayı, kırılsa da bir kez daha affetmeyi, kırmamak için susmayı biliyorlardı.

Şimdilerde; insan insana sevgisiz, insan insana tahammülsüz, insan insana kendini adamaktan uzak.

Oysa fedakarlık, adanmışlık varsa, vardır aşk. Fedakarlığın, adanmışlığın yaşamadığı yerde yaşamaz aşk. Ne yazık ki uğruna kendini adadığı bir ideali yok günümüz insanının. Bu yüzden aşklar yalan dolan ve bunun getirisi de hep gözyaşı, intikam, huzursuzluk ve güven yoksulluğunun getirdiği günü yaşama, karşısındakinin canını acıtmaktan zevk alma duygularıyla dolu kalpler.

Nefret kelimesinden uzak, menfi düşüncelerden arınmış, mahremiyet duygusunun hususiyetiyle gerçek sevmelerin peşinden koşarken düşüp yüreklerimiz yaralansa da aşkın lezzetiyle ruhlarımız belki huzurlu olacaktır.

Bediüzzaman der ki;

"Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder."

Elbette Hakiki aşk; Allah namına ve Allah için sevmektir ve o aşk ile huzura ermektir .

Ve aşk, Bir Yüce’nin rüzgarında gül kokmaktır. Aşk, dünyayı yakacak gücü bulup kendinde, sevgilinin sözüyle durgun göl olabilmektir.

Aşk; her gecenin sonunda ve her seher vakti dünyanın en güzel içtimasıdır aslında, secdeye varırken.

Velhasılı aşk güzeldir, yanmak, pervane olmak, kırılıp dökülerek niyazda bulunmak, Hu demek, ermek, erimek ve Rabbimize vasıl etmektir yüreği.

Bir bakışa vurulup, uçuşan bir tutam saça şarkılar yazmakta güzeldir elbet; lakin aşk acılarında dertlenip demlenirken dünyalık aşkı bize tattırana aşık olup yüreğimizi Rabbimize teslim ederek; Bediüzzaman hazretleri gibi nefsimize seslenebiliriz.

"Ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakiki sahibine ver, şu belalardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur; ne vakit hakiki sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı onun namiyle ve onun aynası olduğu cihetle ızdırapsız sevebilirsin." (24.söz)

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.