Ağır bir gribin pençesinden kurtulmak için on beş gündür mücadele veriyorum, her gece ayrı kâbuslar, ateş, öksürük yakamı bırakmazken kendimi nasıl hissettiğimi bilmiyorum, belki de; Koca bir şehir gibiyim. Karanlık sokaklarım, izbe mahallelerim, kenarda köşede kalmış evlerim, girintili çıkıntılı çıkmaz sokaklarım, geniş caddelerim, ışıl ışıl evlerim parklarım bahçelerim var. İçimde binlerce ayak dolaşıyor, sonsuz düşünceli insanlar gibiyim, alıp veriyorum, satıp savıyorum, doldurup boşaltıyorum. Korkular kol geziyor, avaz avaz sitemler, hüzünler, acılar, kederler, vahlar, eyvahlar...
Bir sevinç kırıntısı arıyorum, ya da bir gülümseme, veya ufacık bir ümit ışığı, olmadı çok uzak, en uzakta varla yok arası bir hayal kırıntısı, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği meçhul, hatta gerçekleşmeyeceği çok muhtemel... İşte karmaşıklığım böylesine aşikârken içime kaçmak istiyorum, dürülüp kaybolmak. Sükut edersem huzur bulur muyum?
Sonra içimdeki kaostan uzaklaşmak ister gibi tv kumandasının tuşuna basıyorum, kalbime dokunuyor bir adamın okuduğu mısralar.
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.
Behçet Necatigil
Olmazdı, çirkin düşerdi elbet dar vakitlerde o güzelim sevgiyi anlatmak. Geniş aydınlık vakitlerde söylenmeliydi. Lakin öyle geniş, aheste zamanlarımız var mı şimdiki zamanlarda. Hep bir koşuşturma hep bir telaş içinde değil miyiz? Hafta dokuz gün olsa yetmeyecek gündelik işlerimize, iş yerinde çalışmak yetmiyor, evde de iş telaşı sürüyor maalesef, ya da biz öyle olsun istiyoruz. Ruhu okşayan duyguları ertelemekte ustalaştık. Bir masa başında oturduğumuz zamanlarda bile her birimiz kafa sesimizle sohbet eder olduk. Duymuyoruz, duysak da işitmiyoruz, bakmıyoruz, baksak da görmüyoruz.
Daha dün uzun zamandır görmediğim, sosyal medyada da paylaşımlarına rastlamadığım bir arkadaşımı aradım telefonuna ulaşılamıyordu, sosyal medyada belki bir şeyler paylaşmıştır diye sayfasına girdim "bu hesabın sahibi; sizlere her sabah günaydınlar diye seslenen annemiz Hakka yürüdü!" yazıyordu.
Dondum kaldım. Belki de kendimi iyi hissedip iki gün önce arasam sesini duyabilirdim.
İşte tam da bu yüzden soruyorum: Biz bu muyuz? Çalakalem yaşanmış hayatların içine sıkışıp, zamanımız olmuyordu, yetmiyordu, artmıyordu şikayetlerinin arasında ezilip kaybolmalı mıyız? Elbette hayır; zaman kısa, vakit dar; bizim sevdiklerimize söyleyecek çok sözümüz var. Eskiden teknolojik aletler çok azdı iki misli enerji harcayıp her işe yetebiliyor, sonrasında soba başı sohbetlerine zaman ayırıyorduk. Eksiğimizi gediğimizi konuşup halleşir, ışıldayan gözlerle sevgimizi hissettirirdik. Makineler otomatikleşti, ilginçtir bizlerde zaman daraldı. Eskilerde yapabiliyorsak şimdilerde de yapabiliriz.
Merak etmeyin bugünün bir kısım işlerini yarına bırakırsak kıyamet kopmaz, ama her an sevdiklerimizinden birinin küçük kıyameti kopabilir. Duvar kenarında açmış bir sevgiliye verilmek için can atan pırıl pırıl bir papatya mı gördünüz, işte tam zamanı alın o papatyayı eşinize, annenize, yavrunuza, dostunuza, arkadaşınıza gülümseyerek sevginizi dillendirerek uzatın; mutlu olun, mutlu edin.
En çok ünsiyet ettiğiniz güzellikleri Rabbim hayatınızda ziyadeleştirsin. Aldığımız her soluğun kıymetini bilme basiretini hepimize ikram etsin. İnşaallah.