“İnsanın, hususan Müslümanın tahassungâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.”
Bediüzzaman
Bir internet sitesinin yöneticisi arkadaşım bir soru yöneltmiş takipçilerine, ‘Evlilik sana neyi öğretti?’
Verilen yüzlerce cevabı okuduğum zaman içim üzüldü, olumlu birkaç cümle yok değildi, lakin; genel olarak lütfen bakar mısınız?
Yanlış insanla dünyadaki cehennemi öğrendim.
Sabırlı olmayı ve kendinden başka kimseden bir şey beklememem gerektiğini öğrendim.
Yas tutmayı, acı çekmeyi, beklemeyi, ağlamayı, sonrasında küçücük kızım ile hayata kafa tutmayı ve güçlü olmayı öğrendim.
Vefasızlığı, yalancılığı, hayal kırıklığı, güvensizliği, daha daha...! öğrendim.
Yanıp kül olmakla, tüm sorumluluğu size yüklenmiş bir masumla yaşama çabası içinde sayısız olayla baş etmeyi, külleri silkeleyip yaşamı inşa etmeyi daha ve dahasını! öğrendim.
Kısa ve net: köle olmayı öğrendim.
Yıllar sonra doğru dediğim yanlış insanın, benden çaldığı yıllarımı! öğrendim.
Ezilmeyi, adam yerine konulmamayı! öğrendim.
Allah’tan başka kimseyi sevmemeyi, güvenmemeyi!
Evlenerek yaptığın hatanın bütün bi ömre mal olabileceğini!
Zamanında anne babası yanında kıymeti olmayan şahsın; evlenince kıymete binip anasının yönlendirmeleriyle kocayım, erkeğim diye geçinmesini, sorumsuz, aldatan ihanet eden, evliliğin, aile birliği ne demek, bilmeyen bir varlığa, çocuklarım yüzünden sabretmeyi ve bu arada tecrübelerimle filozof olma yolunda olduğumu! öğrendim.
Çalınan hayatı, çalınan güveni!
Fedakarlığın tek taraflı yapıldığı bir müessese biri feda olurken diğeri kàr edip, cebini dolduruyor, bu nasıl bir ticaretse!
Net olarak, sabretmeyi, çünkü çocuklarım vardı!
Bekarlığın gerçekten sultanlık olduğunu acıyla öğrendim!
Bu örnekleri istediğiniz kadar çoğaltabilirim, zira gerçekten elimin altında, ruhumu daraltan o kadar çok döküman var ki! Üzgünüm.
Neden böyle oluyor peki? Neden aşk, sevgi, sadakat, hoşgörü, birbirini dinlemek, iletişime geçebilmek; atılan imza ile unutuluyor mu yoksa?
Veya insanlar, olduğu gibi görünmeyi mi unuttu?
Hani Hz. Mevlana der ya;
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Sadece bu cümlenin içini doldurabilsek, hayatımızdaki birçok şeyi halletmiş olmaz mıyız? Ki, Hz. Mevlana şöyle devam ediyor;
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol,
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol,
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol,
Hoşgörülükte deniz gibi ol,
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Evet olduğumuz gibi davranabilmek, yalansız, riyasız, enaniyetsiz, ben merkezli olmaktan uzak, sadece kendi istek ve arzularının dışında, hayat arkadaşının da bir hayat görüşü olduğu, tercihlerinde özgür olması gerektiğini bilmek veya kabul etmek bu kadar zor mu? Ve eğer taraflar yaşadıkları zaman içinde mutlu olurlarsa mutlu etme yetilerinin daha kuvvetli olacağı, böylece birlikte samimi huzuru yakalayabilecekler bu mutluluktan aile içindeki diğer bireylerinde nasibini alacağı bir gerçek değil midir?
Neden zamanımızda evlilik deyince gençlerimiz ‘aman aman Allah korusun’ diyerek evliliği bir öcü gibi görsünler ki? Neden?
Evlilik tek taraflı rahatlık ve huzur değildir. Kadın evin aşçısı, temizlikçisi, lalası, öğretmeni, muhasebecisi, çocuk bakıcısı değildir. Evlilik; bir masaya gelecek üç, beş tabağı, bir tencere yemeği birlikte o masaya koyup neşe içinde günlük yaşanmışlıkları, birbirine gözlerinden süzülen sevgiyle, anlatırken her kaşıkta samimi mutluluğu yakalamaktır.
Herhangi bir konuda fikir alışverişinde bulunurken, ‘ben böyle düşünüyorum’ yerine, nasıl yapalım? sorusuna birlikte cevap bulmayı denemek olmalıdır. Öz saygıyı yitirmeden, sevginizi her gün biraz daha kavileştirip her güne şükretmektir evlilik.
Özdemir Asaf ne güzel dökmüş duygularını satırlara;
Benimle yaşlansana? Kitap okurum, çay demler şiir yazarım sana. Ha birde, her sabah için şükrederim, sonra gözlerine bakar “amin” derim. Amin, bugün de gördüm seni, bugün de güzel geçecek demek ki. Ben herkes gibi değil de, duam gibi severim seni, kalbimden, gönlümden kopan gizli saklı sözler gibi. Kim duasını sevmeden diler ki?
Elbette, aile hayatımız her an güllük gülistanlık olamaz, insan her zaman mutlu olmayabilir, ama ağlayarak geldiğimiz bu dünyadan, gülümseyerek çekip gideceğimiz bir hikaye bırakmak bizim elimizde. Formül ise; Sev, huzur ver, hoş gör, mutlu et. Ve bir ömrü diğer ömre emanet ederken, bencillikten, enaniyetten, bananelerden, bıktımlardan, uzak; sen mutlu ol ki biz mutlu olalım, biz önemliyiz, bizim arzu ve isteklerimiz değerli düşünce yapısıyla hareket ederek, kısacası, benlikten sıyrılıp biz olmayı bilerek yaşamak olmalıdır.
Rabbim; evimize, ocağımıza her daim huzur, anlayış, samimiyet ikram etsin. Amin.