Odayı saran odun kokusu,
Dışarıda çiseleyen bi yağmur,
Sıcak bir çay,
Aklımda çocukluğumdan kalma bir masal…Nazım Hikmet
Artık odalarımızı odun kokusu sarmıyor. Kış mevsiminde evin penceresinden başınızı dışarı uzatınca havayı saran is kokusu da yok. Her şey daha kolay, doğal gaz rahatlığını yaşıyor çoğumuz. Bir dostumu ziyarete gitmiştik yakın zamanda. Rahatsızlığı sebebiyle büyük şehirden kaçmış bir dağ köyüne yerleşmişti. Zor olmayacak mı demiştik, hem hastasın, hem ağrıların çok fazla, hem hastane imkanın sınırlı olacak. Hani Allah korusun bir atak falan yaşasan, seni şehir hastanelerine ulaştırmak zor olur. Gülümsemişti büyük bir teslimiyet içinde; “Kaderde ne varsa onu yaşarız, korkmayın, ben ağrımın gidişatına göre, kendimde gelişen sıkıntıları fark edebiliyorum. Eğer ölüm tecelli edecekse, Rabbim bu belirtileri bana bildirmeyebilir, o zaman da bana şimdiden haklarınızı helal edin,’’ demişti.
Teslimiyetine her zaman hayran kaldığım dostuma uğradık yine. Sağanak yağmur nedeniyle arabayı evinden bayağı uzağa park etmek zorunda kaldık. Evine doğru yürürken, yağmura rağmen yavaş ve sakin yürümeye özen gösterdim. Tek katlı köy evlerinin ışıkları, bacalarından çıkan duman… Yüzümü gökyüzüne kaldırdım, havayı içime çekebildiğim kadar çektim, çocukluğumun is kokusu, ne tuhaf, özlemişim. Çok ıslanmama rağmen adımlarımı iyice yavaşlattım. Bahçe kapısında bizi bekleyen dostum, “Kız yeter köyümün havasını bitireceksin, gel artık, hasta olmaya niyetin var galiba, gel birazda sobada yanan odunun sesini dinle, çayın kokusunu içine çek.’’ dedi. Koştum sarıldım. “Çok iyi gördüm seni,’’ dedim.
“Rabbimin izniyle yendim hastalığı, bu köy bana can oldu,’’ dedi. “Organik yaşıyorum ahretlik, gel bir kulübe de sana yapalım. Evet medeniyetten uzak, özüne yakın, huzur, afiyet, sükunet ve samimiyet. Kapı komşusu birkaç araba görünce misafir olduğunu anlamış, ineklerinden sağdığı akşam sütünü getirmiş, kapıda ‘var mı bi şeye ihtiyaç?’ diyordu. Sabah diğer komşu kümesten topladığı yumurtaları ikram etti bize, sıcacık tandır ekmeği eşliğinde.’’
Gözleri ışıl ışıl, samimi, can dostlar edinmişti arkadaşım, azıcık kıskanmadım değil, ama onun adına inanılmaz mutlu oldum ve bunu kendisine söylediğim zaman;
“İlk zamanlar köy hayatına adapte olamam zannettim ama nefes alışlarım rahatladıkça anladım ki burada yaşamaya devam etmeliyim, hele köy halkının bana yaklaşımı, samimiyeti, hastalandığım zaman benden daha çok çare aramaları, acılarıma gülebilmeyi öğretti bana. Rabbimin yardımıyla hem hastalığım iyiye doğru gitti, hem de hayata bakış açım değişti. Yapamam zannettiğim bir çok işi yapıyorum, sakın gülmeyin, bu yaştan sonra koyundan süt sağmayı öğrendim. Sadece bilgisayarda iş gören bu eller, yoğurt mayalayıp, tereyağ yapıyor, yufka açıyor.’’
“Gülmek ne demek be kardeşim, gurur duydum, sevindim, sağlığını kazanmana mutlu oldum hatta sana imreniyorum,’’ dedim.
Evet; gerçekten şehirde sefer tası gibi üst üste dizilmiş apartman dairelerinde, birbirini tanımayan, asansörde gördüğü zaman, bir merhabayı, selamlaşmayı, iyi günler demeyi birbirine çok gören okumuş ama yozlaşmış insanlarla yaşar olduk. Bir köy nüfusu kadar nüfusu olan sitelerde çok çok üç bilemediniz dört kişiyle selamlaşıp hal hatır sorabiliyorsunuz. Mazaallah ani bir şeye ihtiyacınız olsa ki; bir gün limona ihtiyacım olmuştu, bütün cesaretimi toplayıp karşı komşunun kapısını çalıp; ben yeni komşunuz rahatsız ediyorum şu an bi limona ihtiyacım var akşam çocuklar gelince size takdim ederim, dediğimde, ‘kusura bakmayın bende de yok’ diyebilecekken, ‘sanal marketten söyleyin!’ deyip, kapıyı yüzüme kapatmıştı. O günkü utancımı, üzüntümü şu an burada yazarken tekrar yaşadım.
Biz süslü binalara, güzel bineklere, kaliteli kıyafetlere sahip oldukça insanlığımızı, samimiyetimizi, içimizdeki tebessümü, yüreğimizdeki dostluğu, kardeşliği, arkadaşlık duygularını yitiriyor muyuz?
Büyük şehrin keşmekeş yaşantısı duygularımızın güzelliğini yok etmemeli, bizi vurdum duymaz yapmamalı, bencilce yaşamaya sevk etmemeli, diye düşünüyorum.
Ve en önemli, en insani duygumuz olan paylaşmaktan lütfen vazgeçmeyelim. Zira hayatın en güzel yanı paylaşmaktır. Neyin var neyin yok diye düşünmeden, paylaşmak...
Pazarlıksız;
Zamanı,
Sıcaklığını,
Dostluğunu,
Fikirlerini,
Ekmeğini,
Evini,
Sevgini,
Bilgini,
Gülümsemeni...
Kısacası huzurunuzu, sükunetinizi, dualarınızı paylaşın dostlar. Emanetiz.