Dostoyevski soruyor:
“Neden bir insan, yüreğinde olan şeyleri açık saçık söylemez ki?”
Bana göre bazen, “Yüreğe yazılan her duygu, dile vuracak kadar özgür olmayabilir.” diyorum.
Bazen de; “İçimizdekileri açık saçık söylesek de, inanacak insan var mı ki?” yakınımızda diye düşünüyorum.
Öyle ya; olduğunuz gibi olmak, içinizden geçeni dillendirmek, samimiyetinizle kendinizi ifade etmek istersiniz hatta karşınızdakine olması gerektiği gibi davranır ve anlaşılmak istersiniz, lakin karşınızda; sağırlık kol gezmektedir ve duyulmaz, görülmez, fark edilmezsiniz. O zaman susarsınız, kelimeleriniz içinize kaçar. Ve anlaşılmamak duygusu yorar, hırpalar ve zamanla insan olarak, söylemeye gücünüz kalmaz. İster istemez suskunlaşır, içinize döner, kalabalık içinde yalnızlaşırsınız, hatta o yalnızlığı seversiniz veya yalnızlığınızla yaşamayı öğrenirsiniz.
Aslında gönül yorgunlukları yüreklerimizde olanları dile getirmemizi engelliyor olabilir.
Elbette anlaşılmamak ruhu yorar, o halde işe kendimizden başlamalıyız, biz karşımızdakini dinliyor muyuz? Gerçekten anlıyor muyuz? En önemlisi; duygusuna, fikirlerine, bize ters düşse de düşüncelerine değer veriyor muyuz?
Aslında bütün mesele, ben merkezli davranmaktan imtina edip, karşımızdakinin değer yargılarını önemsemekten geçmektedir.
Kendimizi her şeyden ayrı göremeyiz, her şeyle bütünleşmeli, Ben değil, biz olmalıyız. Düşmanımız sadece egomuz olmalı.
Toplum içinde yumuşacık olmak, dinlemek, bizimle muhatap olanların gözüne bakıp onların değerli olduğunu hissettirmek, yaptıkları iş ne olursa olsun; kıymetlendirmek, bize iyi insan olma yanında ruhumuzun rahatlığını, gönlümüzün huzurunu, kısacası iç dünyamızda mutmain olmayı bize ikram eder.
Tamda bu yüzden; Ruhen iyi olmaya çalışalım. Manevi hastalıklarımız için Rabbimize iltica edelim. Zira bedeni hastalıkları ilaçla iyileştirebiliriz. Ama gönül rahatsızlıklarımızı konuşalım, birbirimizi dinleyelim, anlayalım, anlatalım.
Rabbim, yüreğimizi samimiyetle dökebileceğimiz dostlarımızın sayısını arttırsın.