Din ehlini kin ehlinden ayırt et.
Hakla oturanı ara, onunla otur.
Hz Mevlana
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1,2,3. Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, "Ona ne oluyor?" dediği zaman,
4. İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır.
5. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.
6. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır.
7. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir.
8. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.
-Zilzal suresi-
Allah (cc) Ayetlerinde kıyameti böyle anlatıyor bize. Biz kısmi kıyameti yaşadık adeta. Günlerdir acıyla, telaşla, korkuyla, ıstırapla alabileceğimiz iyi haberlere kilitlendik. Elimizden geleni yapmak, yani yüzlerce battaniye, mont, kazak almak, yiyecek, içecek alıp depremzedelere ulaştırmak, yüreklerimizi rahatlatmıyor. Daha fazla, daha çok, daha daha diye beynimizi zorluyoruz. Ne kadar çaresiz, nasıl aciz olduğumuz tokat gibi yüzümüze çarpılıyor.
Evet; 6 Şubat 2023 sabah büyük bir acıya gözlerimizi açtık. Yüreklerimiz Mengeneye sıkışmış gibi tarifsiz bir ıstırapla izliyorduk haberleri. Evin içinde hiç kimse birbiriyle konuşmuyor, göz göze gelmekten çekiniyorduk. Kahvaltı hazırlıyordum, lakin boğazıma kadar tok gibiydim. Eminim kızım ve Zeynep'te aynı durumdaydı. Yinede çayları doldurdum ve masaya oturduk. Evimiz sıcak, önümüzde yemeğimiz. Ama tv den gelen seslerde, çığlık, ölüm, yıkım ve çok fazla acı odayı doldurdukça çaresizlik gözlerimizden akmaya başlamış hepimiz anlaşmış gibi odalarımızda çekilip, birbirimize göstermeden ağlamaya başlamıştık. Rabbimin hükmüydü ve O’na tabiydik. Çaresiz insanlarımız için dua ediyorduk. Kendi halimize şükredemiyordum, kuş olup felaket bölgesine uçmak, bir taşın ucundan tutmak, bir ele el uzatmak, bir çocuğu sevgiyle sarmak, bir anneye teselli olmak, bir babaya gücünü hatırlatmak istiyordum. Ne yazık sadece aldığımız her yeni haberde içimizin acısı büyüdükçe büyüyordu ve hala daha, acıdan gözlerimiz kanıyor. Herkesin çokça zikrettiği gibi yemekten, uyumaktan soluk almaktan, sıcak evlerimizde oturmaktan utanır olduk.
Bir babaya soruyorlar, ‘bir şeyler yedin mi?’ cebindeki bisküvi paketini çıkarıyor ve ağlayarak ‘yavrularımın enkazdan çıkmasını bekliyorum. Ben yemesemde olur. Onlara vereceğim’ diyor.
Küçücük bir kız kurtarma ekibine ulaşır ulaşmaz, ‘Annemi de kurtarın!’ Diye kurtarıcısına yalvarıyor.
Yine bir baba yavrusunun vefat ettiğini bile bile bütün bir gün boyunca enkaz altındaki kızının elini bırakmıyorken; acıyla dalga geçen, depremi kendi için fırsata çevirmeye çalışan, zam yapan, yağma yapan, sahte hesaplarla insanları sömüren, hakka giren, sadece göndermiş olmak ve sanırım övünmek için işe yaramaz yazlık birkaç elbisesini ve topuklu sandaletlerini alay edercesine depremzedelere yollayan zihniyet, ve en ayıbı afeti siyasete alet edenler bir gün sizin için de kıyamet kopmaz mı sanıyorsunuz.
Oysa; Bütün alışılmış ve kabullenilmiş dünya düzenlerini yıkıp geçen yüzyılın hemen hemen en büyük felaketi bu.
Sevdiğimiz insanların, ünsiyet ettiğimiz eşyaların, lezzet aldığımız yemeklerin, gezip görmekten hoşlandığımız yerlerin, mekanların aslında bir anda nasıl kaybedeceğimizin göstergesidir bu.
Elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız, bedenimiz, malımız, mülkümüz bizim mi acaba? Bir solukta bizden gideceğinin göstergesidir bu.
Makamın, mevkinin, şöhretin aldığın soluk kadar olduğu, gururun ve enaniyetin sana hiçbir faydası olmadığının göstergesidir bu.
Hiç ölmeyecek gibi vazgeçemediğin konforun, övündüğün güzelliğin, gurur duyduğun çocuklarının hiç biri ama hiçbirinin sana ait olmadığının göstergesidir bu.
İşte tamda bu yüzden, rahatından taviz vermeden keyifle yaşamak değildir gaye, gaye güzel ölmek olmalıdır.
30 saat enkaz altında kalan 2 aylık bebeği koruyan, açlık hissettirmeyen,
24 saat boyunca ne olduğunun farkına varmadan Rabbi tarafından uyutulan, kurtulduğunda insanları görünce ‘ne oluyo ya’ diye uyanan 4 yaşında bir yavrunun,
Kış kıyamet soğuk iken 38 saat sonra kurtarıldığında ‘burası çok sıcak biraz su verin’ diyen küçük kızın,
Sekseninci saatte çocuklarıyla kurtulan babanın,
Daha bir çok mucizenin sahibi olan; Rabbimizin huzuruna vicdanı, yüreği, aklı rahat çıkabilmek, ‘ben geldim Rabbim’ diyebilmek için ibret alarak yaşamalı.
Yaşarken şu an ve yaşadığımız her zaman için kalp kırmadan, gönül alarak, incitmeden elimizden geleni yapabilmek derdimiz olmalı.
Şu önemlidir; yardım etmek maldan vermektir, maldan verirken gönülden vermeyi unutmamalı. Çünkü yaptığımız yardımı dillendirmek, güzel ikram etmemek, alan ele ihtiyaçlı, muhtaç olduğunu hissettirmek; sadece maldan vermek olur. Gönülden vermek ise hissettirmeden bir yaraya merhem olmaktır.
Bizim de aşamayacağımız yokuşlar, düşeceğimiz çukurlar olabilir. Her şeye rağmen elbette ümit en büyük azığımız.
Her gün yeniden güneş doğacak, doğan güne, o gün bize nasip olacak rızka şükrederek, Rabbin ikramından bize düşen ne ise ‘Amenna’ deyip kabul edeceğiz.
Yolcuysak selâmetle, Borçluysak edâ edebilme ümidiyle, Hastaysak şifâlar duasıyla hem kendimize, hem bize ihtiyacı olanlara yardım ederek hayatımızı sürdüreceğiz.
Bu arada zor çok zor günlerden geçiyoruz. Binlerce insanın bizlere ihtiyacı var. Lütfen lütfen kırmadan dökmeden elimizden geleni yapalım, unutmamalıyız vermediğimiz değil, verdiğimiz bizimdir.
Aslında biliyorum; biz çok yürekli, merhametli imanlı bir milletiz. Deprem bölgesine göndermek için aldığı çocuk montlarının ceplerine para, kuruyemiş ve çikolata dolduran koca yürekle, enkazdan 60 saat sonra çıkarılacakken ‘bana bir başörtüsü verin’ diyerek beni kalbimden vuran teyzem gibi imanı yüksek insanlarımız var bizim. Elhamdülillah.