"Yoklar doymadığında, varlar ağlamıyorsa, bu dünya tez yıkılır" Ahmet Yesevi'ye ait olduğu söylenen bir ifade gördüm geçenlerde.
Yokluk-yoksulluk çekenden çok, gözü doymayanlar ağlıyor.
Gözü hep yükseklerde olup, daha, az daha hırsıyla helâl-haram demeyenlerin sızlandıklarına şahit oluyorum. Şikâyetlerinin biri bitiyor, öteki başlıyor.
Bu yüzden, artık kime acıyacağına, kime şefkât edeceğine, kime el uzatacağına karar veremeyenlere sıkça rastlıyoruz.
Bırakın ağlamayı, şüpheyle yaklaşır olduk bu tür insanlara.
Buna dair yaşanmış örnekleri verip, canınızı sıkmak istemem elbette.
Lâkin bir hakikat var ki; insana ister istemez bu tür sorular sorduruyor.
İsrafın hız aldığı günümüzde, gayri zaruri ihtiyaçlar için bile yardım talebi veya beklentisi içinde olmaya mı üzülmeliyiz?
Yoksa gerçekten fakr-u zaruret içinde olmasına rağmen, sesini duyuramayanlara, kendini belli etmekten haya edenlere uzak oluşumuza mı ağlamalıyız?
Bilemedim gitti.
"Şimdiki garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, su-i istimâlât ve israfat ve hevesâtı tehyîc ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor." diyen Bediüzzaman'a tam da bugün hak vermemek mümkün mü?
"Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış."
"Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o biçare muhtaç beşeri tam tembelliğe atmış, sa'y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faydasız zayi ediyor."
"Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i istimal ve israfatla yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş."
"Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde, ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit beşeri tehdit ediyor, bir nevi cehennem azâbı veriyor." diye ikâz, ihtar ve tesbitlerine devam etmiş hazreti Üstad.
Hz. Peygamberimizin hayatını, halini, tavrını, yaşantısını, yiyip-içmek-konuşup-uyumak noktasında anlatılanlar karşısında etkilenip, cezbeye geldikten sonra, sefih avrupanın içimize kadar sirayet eden, bizi çepeçevre kuşatan israf, bencillik, nefis perestlik, tenperverlik hastalıklarını, onur, gurur, övünç, kimlik kriteri olarak sahiplenmek de bir o kadar ağlanılacak durumdur.
Tüketim çılgınlığını; o-bu-şu gün ve kutlamalar adı altında körüklendiğinin farkında olamamak, nasıl da acınılası derttir.
Bir bilsek.
Bu bilinç ile, kararlılıkla dik durabilsek.
İşte o zaman ne yokluk kalır, ne ağlayan.
Ah!...
Bir bilebilsek.
Ve dahi irade gösterebilsek.