Son yılların belki de en ağır acılarını, sıkıntılarını, korkularını yaşadık.
Halen de yaşıyoruz.
Uzun bir süre evlerimizden dışarı çıkmadık, çıkamadık.
Tokalaşamadık. Aramıza mesafe koyduk. Sosyalleşemedik.
Tam bitti, rahatladık derken, yalnızlık, tek başınalık psikolojisinden kurtulmuş iken, bu kez de deprem ile bocaladık, sarsıldık.
Araya giren, maden göçüğü, şehadet haberlerini, yangın, patlama gibi olaylara hiç değinmiyorum bile.
Deprem ikazıyla, ne oluyoruz, niye oldu, nasıl olduların cevaplarını arıyorken, çareler üretirken, nefis muhasebesine girmişken, bu kez de sel haberiyle başka bir şoka girdik.
Yabancı kurtarma ekibinden birinin, gördüğü dehşet verici tablo karşısında sorduğu soru can alıcıydı:
"Siz ne yaptınız da Tanrıyı bu kadar kızdırdınız?"
Evet...
Biz ne yaptık da Allah'ın gazabına muhatap olduk?
Veya ne yapmadık da, Yaradanın "Kahhar" isminin tecellisi üzerimizde akis buldu?
Müslümanın Kur'anca yaşamamış olması olabilir mi?
Tonlarca sebze meyveyi siyasi tezgahlara hizmet etsin diye dökmüş olabilir miyiz meselâ?
Uhuvvet, muhabbet, şefkât, irtibat içre olması gereken bizler, kin, düşmanlık, haksızlık, riya, çıkar girdabında olmanın savunmasını yapıyor olabilir miyiz ya da?
Elininizle, dilinizle, gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğzediniz emrine rağmen, küfre, münafıklığa, dinsizliğe, hayasızlığa, sapkınlığa müsamahakâr bakmış olabilir miyiz meselâ? Müslüman; Kur'an ayarlarına dönmedikçe, güzel ahlak ile ahlaklanmadıkça, daha çok sınanacak, ikâz edilecek belki de ağır bedeller ödeyeceğiz.
Bu şuuru dıştan içe beklemek de hata.
İçten dışa başlatmalı ve başarmalıyız.
Özden, kendimizden, ailemizden başlayarak, temizlenebilir, aklanıp, paklanabiliriz ancak.
Belki o zaman Rabbimin şefkâtine, merhametine mazhar olur, affına, rahmetine gark oluruz.