Dışarıda “dindar” bilinen veya kendini öyle gösteren ne çok insan var.
Ticarette, eğitim kurumlarında, akademik platformda, sosyal ortamlarda “dindar” kimliği ile öne çıkan şahsiyetlerden bahsediyorum.
Cumaları kaçırmayan, namazlarını camide kılmaya özen gösteren, zekat-sadaka-infaktan kaçmayan, dilinde Kur’ani emirler olan.
Hayatının dışarıda geçirdiği her anına sünnet-i seniyyeyi ihya etmeye çalışan.
Hah!… Diyorsun.
“İşte tam bir mü’mini kamil”
Ne mutlu ona ve hayatı birlikte paylaştığı diğer fertlere.
Hususi dünyasını cennete çevirmiş biri diye içinden geçirip belki de iç geçiriyorsun.
Lakin bir şekilde görüyor veya anlıyorsun ki, hiçbir şey dışarıdan gözüktüğü gibi değil.
Aile hayatında bu imrenilecek durumlar olmayabiliyor.
Eşine saygı yok.
Acıma, merhamet, değer verme, empati yok.
Buyurganlık tavan yapmış.
Saygısızlığı otorite, kabalığı disiplin zannetmiş.
Eşine iltifatı-güzel bir söz söylemeyi zayıflık, yardım etmeyi eziklik, anlamayı zaaf sanan ne çok aile reisi varmış meğer.
Yemeğe tuzla başlamak, sağ elle yemek yemek kadar ciddiye alınmamış diğer Muhammed’i (sav) hal ve hareketler.
Eşlerine ve çocuklarına hem şefkat gösteren hem merhamet eden,davranışlarıyla onları incitmeyen, kaba ve sert davranışlarda bulunmayan bir Peygamber görüyoruz oysa …
Meselâ fıtri bir arzu olan ve keyf alınan eğlenmeye helâl dairede olmak kaydıyla yasak koymamış.
Eşiyle ve çevresiyle yeri geldiğinde şakalaşmış.
Buna dair pek çok rivayet biliyoruz.
Yani demem o ki: Dindarlığımız sosyal hayatı değil, öncelikle ve mutlaka aile hayatında açığa çıkmalı. Uygulanmalı.
Mutsuz ve şikayetçi eşler çocuklarına ne kadar faydalı olabilir?
Babasının çifte uygulamalarına şahit olan çocuk, dini ne kadar sevebilir?
Dindarlara ne kadar hayranlık duyabilir?
Toplumdaki kokuşmuşluğun, özden uzaklaşmanın, değerlere lakayd kalmanın, imandan yoksunluğun pek çok sebeplerinin bir ayağının da bu olduğunu hatırdan çıkarmadan, dindarlığımız evlerimize de girmeli.
Girebilmeli.