Yeşilçam filmlerinde yıllarca hacı, hoca, şeyh tiplemeleriyle İslam dini ile dalga geçildi. Dindar insanlar öcü olarak gösterildi. Şaban, Ramazan, Bayram gibi isimlerle dalga geçildi. Bu isimler en aptal tiplemelere verildi. Dindarlık gericilik olarak lanse edildi.
2000 sonrası dini ve dindarlığı hedef alan yapımlar büyük ölçüde azaldı. Bu yıllarda yayınlanan dizilerde derviş/baba/hoca/danışan tarzı dini mesajlar/menkıbeler anlatan kişilere yer verilmeye başlandı. Yepyeni bir dini imaj oluşturuldu. Modern/seküler kesime uygun bir dini anlayış verilmeye başlandı. Ayet ve Hadislerden ziyade Mevlana/Mesnevi hikayeleri ve Yunus Emre şiirleri üzerinden “Hümanist” bir yaklaşım benimsendi. Daha ılımlı/soft bir İslami anlayış verilmeye başlandı. Mevlana ile ilgili anlayışta da son yıllarda çok ciddi bir değişim/dönüşüm yaşandı. Mevlana bir tarikat (Mevlevi tarikatı) şeyhinden hümanist bir şahsiyete evrilmeye başladı. Hz. Ali’ye rağmen seküler bir anlayışa evrilen Alevilik gibi Mevlevilik de seküler bir anlayışa kaydırıldı. Hz. Mevlana namaz kılan, ibadet eden, İslam şeriatı ile amel eden bir büyük İslam aliminden sufizm Mevlevi öğretisi üstatlığına dönüşmüş oldu. İslam’ı birkaç hikaye ve menkıbeden ibaret bir anlayışa indirgemeye çalıştılar. Bu yıllarda dizi ve filmlerde de ibadeti, İslam’ın emir ve yasaklarını (Şeriat-ı Muhammediye) anlatan bir dinden ziyade daha hümanist/seküler bir din anlayışı aşılanmak istendi.
Son zamanlarda daha farklı bir kavram türetilmeye başlandı. Türk/Anadolu Müslümanlığı, Anadolu İrfanı gibi kavramlarla farklı (yeni) bir yaklaşım oluşturulmaya başlandı. Diğer yaklaşıma göre daha iyi niyetli olsa da bazı sakıncalarının olabileceğini düşünüyorum. İslam kültürünün sadece Ahmet Yesevi, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş veli gibi zatlarla sınırlandırılması doğru bir yaklaşım değildir. İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani, A.Kadir Geylani, Bediüzzaman gibi büyük İslam alimlerinden uzak bir İslami anlayış eksik ve noksan kalacaktır. İslam kültürünün 1500 yıllık geçmişi/hafızası eksiksiz bir şekilde aktarılmalıdır.
Dine düşman cenah son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığını hedefe oturttu. Diyanet İşleri Başkanlığının İslam’ın emir ve yasaklarını savunması bile çok ciddi gündem olabilmektedir. Diyanet İşleri, içki ve zinanın günah olduğuna dair verdiği vaazlar/açıklamalar bile sosyal medyada ciddi anlamda tartışma konusu yapılmakta, ciddi anlamda çarpıtılmaktadır. “İçkiyi, zinayı bırak önce yolsuzluktan, kul hakkından bahset” tarzı söylemlerle ciddi bir destek bulabilmekteler. Bu tarz söylemlerle aslında hakkı ve adaleti savunmaktan ziyade dini bir kurumu yıpratmak ve dinin emir ve yasaklarının konuşulmasını engellemek amaçlanmaktadır. Diyanet içki, zina, kumar gibi kötü alışkanlıkların da yolsuzluk, hırsızlık, kul hakkını yemek gibi davranışların da günah olduğunu ders verir. Ancak bu kesim dini kurum ve yapıların yıpratılması için her türlü algıyı yönetmektedir.
Son zamanlarda Diyanet İşleri, dini cemaat ve tarikatlara ciddi bir saldırı yapılmaktadır. En küçük bir olayda –ilgisi olsun veya olmasın- dini cemaat ve tarikatlar hedefe konulmakta her türlü karalama kampanyasına maruz kalmaktadır. Son yıllarda dini cemaat ve tarikatları hedef alan dizilerin sayısı artmaya başladı. Yeşilçam’da yapılanların ötesine geçilen yapımlarla karşı karşıyayız. Yeşilçam’da bir tipleme veya kısa bir sahne ile dindarlar hedef alınırken, bugünkü dizilerde baştan sona dindar kesimi hedef alan yaklaşım sözkonusu…
15 Temmuz sonrası FETÖ projesinin çökmesiyle kemalizm tekrardan kendine yeni bir alan bulmaya başladı. Kemalizmi bütün sorunların ilacı olarak sunmaya başladılar. Halbuki birçok sorunun ilacı değil sebebi olarak telakki edilebilir. 28 Şubat süreci ile dindarlarla mücadele eden Kemalistler aynı zamanda FETÖ’nün de önünü açtı. Kemalist politikalar bu şebekenin güçlenmesine ciddi katkı sağladı. Kısacası kemalizm topluma çare üretmekten ziyade toplumun değerleriyle mücadele eden bağnaz bir anlayıştan ibarettir. Toplum dini ve milli değerlerle ancak muasır medeniyetler seviyesine çıkabilir.
Dindar kesimin bu kadar hedef alındığı bir zamanda herkese sorumluluk düşmektedir. Öncelikle dindar kesim adalet ve kul hakkı konusunda azami hassasiyet göstermelidir. Lüks ve gösterişli hayattan, kadrolaşma, makam ve mevki peşinde koşmaktan uzak durmalıdır. Topluma fikirleriyle değil amelleriyle/davranışlarıyla örnek olmalıdır. Bediüzzaman’ın dediği gibi dindarlara yönelik yürütülen kara propagandayı FİİLEN TEKZİP etmek gerekir. Bediüzzaman bu hususu şu şekilde özetlemiştir: “Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle ittiham ediyorlar, "İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar" deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır.” Ayrıca Müsbet yapımlarla (film, dizi vb) dindar kesim aleyhinde yürütülen karalama kampanyaları akim bırakılmalıdır.
Selam ve Dua ile…