Mademki insanlar imtihandadır, imtihan gereği, geçmişte ve günümüzde insanların kendi aralarında ihtilafları devam etmektedir. İhtilaf iki türlüdür; birisi müspet ihtilaf ve diğer menfi ihtilaftır. Müspet İhtilaftan anlaşılması gereken düşünce ve fikir ayrılıkları ile beraber ile bir takım uygulama farklılıklarıdır. Burada ihtilafın olması gayet normaldir ve insanoğlunun gelişimini olumlu yönde etkilemesi muhakkaktır. Ayrıca bu tarz farklılıklardan müspet rekabet oluşacağından her iki tarafında gelişimine olumlu katkıları olacaktır. Eğer ihtilaf müspet değil de menfi ise burada durmak gerekir. İnsanoğlunun var oluşundan günümüze kadar her iki tarafa da faydası olmayan, üstüne üstlük zararı olan ihtilaflar içtimai hayatı da olumsuz etkileyecektir. En çok da ihtilafa sebebiyet veren insanlarda var olan tarafgirlik haysiyetidir. Tarafgirlik ile herhangi bir tarafa yönelen insan maalesef olaylara at gözlüğü ile bakarlar, meselelere kritik ve analitik açıdan bakamadıklarından kendilerini ve muhataplarını daha fazla boğucu problemlerin kucağına itmiş olurlar. Taraftar olacaksak Hak ve hakikatten yana olmalıyız. Mü’min mü’mine adavet etmemelidir, eğer adavet edeceksek içimizdeki adavete adavet etmeliyiz, o adavetin yok olmasına çalışmalıyız. Hasıl-ı kelam adavet duygusunu yerli yerinde kullanmalıyız. Okuduğumuz Risale-i Nur tefsirleri işte bizlere bu gibi konularda nasıl davranmamız gerektiğini izah etmektedir:
Adavet ve tarafgirlikle ihtilafa düşmemek lazımdır
Sual: Eğer denilse, İhtilaf ise tarafgirliği iktiza ediyor. Hem, tarafgirlik marazı, mazlum avamı, zalim havassın şerrinden kurtarıyor. Çünkü bir kasabanın ve bir köyün havassı ittifak etseler, mazlum avamı ezerler. Tarafgirlik olsa, mazlum bir tarafa iltica eder, kendisini kurtarır. "Hem tesadüm-ü efkârdan ve tehalüf-ü ukulden hakikat tamamıyla tezahür eder."
Elcevap : Birinci suale deriz ki: Hadisteki ihtilaf ise, müsbet ihtilaftır. Yani, her biri kendi mesleğinin tamir ve revacına say eder. Başkasının tahrip ve iptaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfi ihtilaf ise-ki, garazkârane, adavetkârane, birbirinin tahribine çalışmaktır-hadisin nazarında merduttur. Çünkü, birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler.
İkinci suale deriz ki: Tarafgirlik, eğer Hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat, şimdiki gibi garazkârane, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü, garazkârane tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam, o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona-haşa- lanet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.
Üçüncü suale deriz ki: Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise, maksatta ve esasta ittifak ile beraber, vesailde ihtilaf eder. Hakikatin her köşesini izhar edip, hakka ve hakikate hizmet eder. Fakat, tarafgirane ve garazkârane firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfüruşluk, şöhretperverane bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan barika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü, maksatta ittifak lazım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telakkisi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritane gider. Kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hal-ı alem buna şahittir. [1]
Adavet etmek istersen, kalbindeki adavete adâdavet et; onun ref’ine çalış. Hem, en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-i nefsine adavet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için mü’minlere adavet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, kafirler, zındıklar çoktur; onlara adavet et. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır; öyle de, adavet hasleti, her şeyden evvel kendisi adavete layıktır. [2]
Risale-i Nur Müslümanları ittihada davet ediyor
Ulema-i ilm-i kelamın ve usulu’d-din allamelerinin ve Ehl-i Sünnet Velcemaatin dahi muhakkiklerinin İslami akidelere dair çok tetkik ve muhakematla ve ayat ve hadisleri muvazene ile kabul ettikleri usulu’ddin düsturları şimdiki Risale-i Nur’un meşrebini muhafazaya emrediyor, kuvvet veriyor. Hatta hiçbir yerde, hatta ehl-i bid’a kısmıda bu meşrebimize ilişemiyorlar. Hakikat-i ihlas tam muhafaza edildiği için, her nevi, ehl-i İslam içine giriyor. Şialıkta mutaassıp ve Vehhabilikte de müfrit feylesofların en maddisi ve mütefennini ve mutaassıp hocaların en enaniyetlisi, beraber, Nur dairesine girmeye başlamışlar ve kısmen şimdi de kardeşçe bulunuyorlar. Hatta bazı misyonerler de, din-i İsa’nın (a.s.) hakiki ruhanisi de o daireye gireceklerine emareler var. Birbirine hücum değil, belki bir tesanüd, bir musalaha lüzumunu hissedip medar-ı münakaşa meseleleri ortaya atmıyorlar. Demek İmam-ı Ali’nin (r.a.) otuz kırk işaretiyle sarahat derecesinde haber verdiği Risale-i Nur, bu zamanın müthiş yaralarına tam bir ilaçtır. Onun için, o daire bize kâfi gelmiş, harice çıkmıyoruz. [3]
Ehl-i ilim ve ehl-i takvaya dostane tavır takınmak gerekir
Size yazmıştık ki, muarızlara adavetle mukabele etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, ehl-i takva, ehl-i ilme karşı dostane vaziyet alınız. Fakat bu noktaya dikkat ediniz ki, Risale-i Nur’un zararına ve şakirtlerinin salabet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayınız. Öyleler niyet-i halise ile girmezse, belki fütur verirler. Eğer enaniyetli ve hodfüruş ise, Risale-i Nur şakirtlerinin metanetlerini kırarlar, nazarlarını Risale-i Nur’un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet lazımdır. [4]
[1], [2] : Mektubat
[3] : Emirdağ Lahikası
[4] : Kastamonu Lahikası