□ Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek.
□ Belki, daire-i İslamiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak etmek
□ Haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: "Mesleğim haktır," yahut "daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.
□ Ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlahînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle.
□ Hem ehl-i dalalet ve haksızlık-tesanüt sebebiyle-cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücumu zamanında, o şahs-ı maneviye karşı, en kuvvetli ferdi olan mukavemetin mağlup düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevi çıkarıp, o müthiş şahs-ı manevi-i dalalete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek.
□ Ve hakkı, batılın savletinden kurtarmak için,
□ Nefsini ve enaniyetini,
□ Ve yanlış düşündüğü izzetini,
□ Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatını terk etmekle ihlası kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder.
Risale-i Nur mesleğinin esası ihlas sırrına dayanır
□ Risale-i Nur mesleğindeki ihlas esası, siyasî cereyanlara tabi olmaya manidir
□ Risale-i Nur, tasavvuf dairesine girmeden, doğrudan hakikate yol açıyor
□ Risale-i Nur mesleğinde, imandan sonra en fazla takva ve amel-i salih esas tutulur
□ Risale-i Nur mesleğinde hakikat, sünnet, feraize dikkat ve büyük günahlardan çekinmek esastır.
□ İhlastan sonra en büyük esas sebat ve metanettir
□ Mesleğimizin esası uhuvvettir
□ Risale-i Nur’ un bir esası da dostluk ve kardeşane arkadaşlık bağları kurmaktır
□ Risale-i Nur mesleğinde benlik, enaniyet, şan, şeref, gösteriş ve makam sahibi olmak yoktur
□ Risale-i Nur mesleğinde, iman ve Kur’ an hizmeti, maddî ve manevî hiçbir makama basamak yapılamaz
□ Risale-i Nur Mesleğinde, İmana hizmette siyaset topuzu yoktur.
□ Risale-i Nur mesleğinde Al-i Beyt muhabbeti esastır.
□ Risale-i Nur mesleğinde insanların teveccühü istenilmez.
□ Risale-i Nur mesleğinde tahrip ve tecavüz yok, müdafaa ve tamir vardır.
□ Risale-i Nur’un mesleği, maddi manevi feragat mesleğidir.
Risale-i Nur mesleğinin dört yolu
□ Acz,
□ Fakr
□ Şefkat
□ Tefekkür
Konu ile ilgili Risale-i Nur Külliyatından derlediğimiz hususlar:
Mesleğimiz sırr-ı ihlasa dayanıp, hakaik-ı imaniye olduğu için, hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve tarafgirliğe ve mübarezeye sevk eden hâlâttan tecerrüd etmeye mesleğimiz itibariyle mecburuz.
[Kastamonu Lahikası]
Halbuki, hakaik-ı imaniye ve hizmet-i Nuriye-i kutsiye, kainatta hiçbir şeye alet olamaz. Rıza-yı İlahîden başka bir gayesi olamaz. Halbuki şimdiki cereyanların tarafgirane çarpışmaları hengamında bu sırr-ı ihlası muhafaza etmek, dinini dünyaya alet etmemek müşkilleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfîk-ı İlahiyeye dayanmaktır.
[Emirdağ Lahikası]
Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında, bu takva olan def’i mefasid ve terk-i kebâir üssü’l-esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş.
[Emirdağ Lahikası]
Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzları yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azime içinde, amel-i salihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır. Hem, az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir. Hem, takva içinde bir nevî amel-i salih var. Çünkü, bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde, bir tek içtinap, az bir amelle yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor.
[Kastamonu Lahikası]
Mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlat, şeyh ile mürit mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakiki kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstatlık ortaya girer. Mesleğimiz "Haliliye" olduğu için, meşrebimiz "hıllet"tir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakar arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’1-esası, samîmi ihlastır. Samîmi ihlası kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.
[Lem’alar]
Tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulubu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. Mesela, her ikinizin Halıkınız bir, Malikiniz bir, Mabudunuz bir, Razıkınız bir. Bir bir... bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, Daniniz bir, kıbleniz bir. Bir bir... yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir ... ona kadar bir, bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhîdi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde; şikak ve nifaka, kin ve adavete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’ mine karşı hakiki adavet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebat-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve îtisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın.
[Mektubat]
Ey kardeşlerim, sizler biliyorsunuz ki, bizim mesleğimizde, benlik, enaniyet, şan ü şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz. Onu ihsas eden halâttan şiddetle içtinap ediyoruz.
[Kastamonu Lâhikası]
Kemiyet keyfiyete nispeten ehemmiyetsiz olduğundan, hâlis bir hâdim olarak, hakikat-i ihlas ile. Her şeyin fevkinde hakaik-ı imaniyeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle binler adamı irşat etmekten daha ehemmiyetli görüyorum.
[Emirdağ Lahikası]
İnsanın vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani kendini bilse, vücud verse, kainat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip, Mûcid-i Hakîkiden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsi ziyayı vücudu nihayetsiz zulümat-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enaniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mucid-i Hakikinin bir ayine-i tecellisi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira bütün mevcudat esmasının cilvelerine mazhar olan Zat-ı Vacibü’l-Vücudu bulan bir kalb, her şeyi bulur.
[Sözler]
Bu zamanda ehl-i İslamın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalplerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalpler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kafirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılap eder. Hem nur hem topuz; ikisini, bu zamanda benim gibi bir aciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmaya mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun, bakmamak lazım geliyor.
[Lemalar]
Bir sonraki yazımız Risâle-i Nur’un Hizmet Tarzı
Allah’a emanet olunuz.