Gerek insanoğlunun umumunun içinde bulunduğu hayat şartları, gerekse şahsi ve ailevi durumumuzda meydana gelen şartlar bizleri olumsuz etkileyebilir. İmtihan gereği hayat her zaman yeknesak gitmez. Bazen umumi bir musibet bizi imtihan ederken bazen de şahsi hatalarımızın karşılığı olarak musibetlere ve şefkat tokatlarına giriftar olabiliriz. Günümüzde hayat şartları zorlaşmış olsa da aslında bu dünya hepimize yeter de artar bile. Rabbim yerküreye misafir ettiği insanları, hayvanları ve bitkileri bir ölçü içerisinde göndermektedir. İnsanoğlunun buradaki görevi bittikten sonra tekrar ölüme maruz kalarak bu dünyadan ayrılıp vatani aslilerine yol almaktadırlar. Bu nedenle yerkürenin yetmemesi diye bir şey söz konusu değildir, asıl yer küresini yaşanmaz kılan biz insanların kendisidir.
Cenab-ı Allah gönderdiği her bir mahlukatın rızıklarına kefil olmuş ve taahhüt altına almıştır. Dünyanın düzenini bozan, dolayısıyla hayat şartlarını zorlaştıran yine insanoğludur. Hayat şartları yapay olarak günümüzde öyle bir şekilde zorlaşmış ki, bazen bizler bile bundan olumsuz şekilde payımızı almaktayız. Ehl-i dünya hayatı öyle bir zorlaştırmaktadırlar ki neredeyse biz mütedeyyin insanlar bütün dikkatlerimizi bu yöne çevirmek durumunda kalabiliyoruz. Sanki aç kalacakmış gibi bugünden onun ıstırabını çekmekte ve mütemadiyen ısrarla ve hırsla buna karşı var gücümüzle hazırlık yaparak, gelmesi muhtemel olan günlerin tedariki ile uğraşmaktayız. Bazen öyle bir hal alabilir ki, en küçük bir dünyevi bir problemi en öne alarak esas olan iman hizmetlerini geri plana atabiliyoruz.
Bizler baharda gelmişiz, bizden öncekiler ise hakikaten kışı yaşamışlar. Çok şükür hapiste değiliz, çalışıyoruz, her birimiz babalarımızdan ve dedelerimizden çok çok nimetler ve teknolojik yenilikler içerisinde yaşamaktayız. Halimize şükretmeliyiz. Geçmişte bu hizmete zaman ayıranlar ve gönül verenler birçok sıkıntılar geçirerek bugünlere gelmemizi sağlamışlardır. O gün, ağabeyler geçirmiş oldukları sıkıntılardan pişmanlık duymuş olsalardı bu hizmet bugünlere gelemezdi. Bugünkü yaşadığımız bahar havasını onlara borçluyuz. Bizlerde günümüzde ufak tefek te olsa kısmen zorluklarla karşılaşabiliriz. Bu gibi durumlarda metanetimizi ve sebatımızı elden bırakmayarak her zaman diklenmeden dik durarak davamızın arkasında olmamız gerekmektedir.
Nur talebeleri netice itibariyle bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu, dünyayı ahiretin tarlası hükmünde bilerek asıl istirahatin ahirette yaşanacağına iman etmiş insanlardır. Bu nedenle bir takım olumsuzluklar ve musibetler ile karşı karşıya geldiklerinde ellerinden geldiğince hem çaba sarf edip hem sabır ederler ve hem de Allah’a tevekkül ederek O’ndan yardım ve medet beklerler.
Nur talebeleri hizmet ederken, mücadele ederken, ilim kazanırken, okurken, dinlerken, tebliğ ederken, hulasa buna benzer hal ve tavırlarında hiçbir zaman sayı çokluğuna bakmaz ve bakmamalıdır. Beraberimizdeki kişiler ister az olsun ister çok olsun hiçbir zaman sayı azlığında karamsarlığa düşmemeliyiz. Kalite kemiyette değil keyfiyettedir. Sayıca çok olmuş ta bir işin neticesi akim kalmış olması daha kötüdür. Netice itibariyle bizler sonuç odaklı değil süreç odaklı çalışmalıyız. Biz elimizden geleni yaparız O’nun vazifesine karışmayız. Bir şeyde illaki de muvaffak olayım demek bizlere yakışmaz. Rabbim dilerse muvaffak eder dilemezse muvaffak olmayabiliriz. Her şeyin anahtarı O’nun elinde her şeyin dizgini O’nu yanındadır. Mevlam neyler, neylerse güzel eyler deyip sabır ve sebatla gayretimizin neticesini O’ndan beklemeliyiz.
Üstat Bediüzzaman Hazretleri içinde olabileceğimiz bu gibi durumlarda bizlere şunları tavsiye etmektedirler:
Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden, bereketin kalkmasıyla ve fakr-ü zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen, ehl-i dalalet, nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, edna bir hacat-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyanın tiryak-misal ilaçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, halis, sadık fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddi ihlas ve tam itimat ile ona yapışmak lazım ki, o acib hastalığın tesirinden kurtulsun. [1]
Başa gelebilecek sıkıntılar sebebiyle, hizmetten pişmanlık duymamalı ve vazgeçilmemeli
Sair yerlere nisbeten en sıkıntılı ve en soğuk olan bu hapsin zahmet ve meşakkatini çeken, elbette bu hapsin sebebinde derecesine göre bir kaçınmak meyli olacak. Fakat onun zahiri sebebi olan Risale-i Nur’un o zahmet çekenlere kazandırdığı iman-ı tahkiki ile hüsn-ü hatime ve şirket-i maneviye ile yüzer adam kadar amal-i saliha o acı zahmeti tatlı bir rahmete çevirdiğinden, bu iki neticenin fiyatı, sarsılmaz bir sadakat ve sebatkârlıktır. Onun için, pişman olmak ve vazgeçmek, büyük bir hasarettir. Şakirtlerin dünya ile alakası olmayan veya pek az bulunanları için bu hapis daha hayırlıdır, bir cihette hürriyet yeridir. Ve alakası bulunan ve idaresi yerinde olanlara, sarf edilen paraları muzaaf sadakalara ve geçirilen ömür saatleri muzaaf ibadetlere çevirmesinden, şekva yerine şükür etmeleri iktiza ediyor. Ve fakir ve zayıf kısmı ise, zaten hapsin haricinde onlara faydasız sevaplar mesuliyetli meşakkat verdiğinden, bu hayırlı, çok sevaplı, mesuliyetsiz ve arkadaşlarının mütekâbil tesellileriyle hafifleşen meşakkat, onlar için medar-ı şükrandır. [3]
Nur Talebeleri yalnız Risâle-i Nur için dünyaya bakarlar
Biz Risale-i Nur şakirtleri, dünyaya çok ehemmiyet vermediğimizden, dünyaya yalnız Risale-i Nur için baktığımızdan, bu yağmursuzlukta dahi o noktadan bakıyoruz. İşte, Denizli’de mahkemeye verilen cüzi bir kısım Risale-i Nur, sahiplerine iadesinin aynı zamanında, yağmursuzlukta bir derece rahmet yağdı. Fakat Risale-i Nur’un serbestiyeti cüzi olmasından, rahmet dahi cüzi kaldı. İnşaallah, yakında benim de risalelerim iade edilecek, tam serbest ve intişarı küllileşecek ve rahmet dahi tam olacak. [2]
Hizmette netice düşünülmez; kemiyet değil, gayret ve keyfiyet önemlidir
Vazifemiz hizmettir, vazife-i İlahiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber, kemiyete değil, keyfiyete bakmak; hem çoktan beri sukût-u ahlaka ve hayat-ı dünyeviyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeye sevk eden dehşetli esbab altında Risale-i Nur’un şimdiye kadar fütuhatı ve zındıkların ve dalaletlerin savletlerini kırması ve yüz binler biçarelerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakiki mü’min talebeleri yetiştirmesi Muhbir-i Sadıkın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuat ile ispat etmiş ve ediyor, inşaallah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki, inşaallah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu çıkaramaz ta ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde, asıl sahipleri, yani Mehdî ve şakirtleri Cenab-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sünbüllenir; bizler de kabrimizde seyredip Allah’a şükrederiz. [1]
[1] : Kastamonu Lahikası
[2] : Şualar
[3] : Emirdağ Lahikası-1