Bir elma ağacı..
Ona yüklenen bir yaratılış kodu var ki aynı zamanda onun hayat misyonunu da belirler. Bu kod onda ömrü boyunca elma üretebilecek bir potansiyel oluşturur. Elma ağacı bu güçten istifade eder, ona kucak açar ve kendine yükleneni layığı ile yerine getirir.
O kendinden memnundur kimliğiyle barışıktır çünkü ona bu vazifeyi veren bir yaratıcısı vardır. Portakal, kiraz, limon ağaçlarında da durum bundan farksızdır. Mevsimlere göre yapraklarını yeşertir nihayetinde meyvelerini olgunlaştırır, fayda ve estetiği birlikte sunarlar. Onlara hayranlıkla bakan gözleri sevgiyle selamlarlar.
Ya küçük bitkilerde? Hayvanlarda durum nasıldır?
Küçük bir solucan gözlerden uzak, toprağın alt tabakalarında bildiğimiz ve bilmediğimiz nice faydalara hizmet eder. Toprağın nem dengesine, su geçirgenliğine, atık ve gübrelerin toprakla olan karışımına hizmet eder.
Özgürlüğünden bahsettiğimiz serçeler ise çevremizin çöp bekçileridir adeta. İnsanlardan arta kalan çöpleri şikayet etmeden toplarlar. Çevreyi güzelleştirir ve düzenlerler.
Yosun ve deniz anaları ise sağlıklı deniz canlılarının besinidirler. Aynı zamanda yazın sevinçle girdiğimiz şifalı denizlerin canlı dengesi, temizliği ve berraklığı ile vazifelidirler. Böylece her yaratılan başka bir yaratılan ile iş birliği içerisinde ekosistemin faydasına hizmet eder.
Canlılar ne olduğunu, ne olmadığını yapabileceklerini ve yapamayacaklarını bilir. Gereksiz hırs ve isteklerden uzaktır. Kendini başka yaratılmışlarla kıyaslayıp karamsarlığa düşmez.
Bir elma ağacı özenmez kiraz ağacına. Kiraz ağacı demez “ben neden limon üretmiyorum?” diye. Bir solucan serçenin görevine göz dikmez, aşamayacağı sorumluluğun altına girmez. Onu kıskanmaz, kendi vazifesine teslimiyete sarılır, görevini en iyi şekilde yerine getirir.
Kainattaki bu çeşitlilik yaratıcımızın üzerimizdeki muradıdır. Her yaratılan kendine has bir özelliğiyle öne çıkar, onda olan bu özellik başka bir yaratılanda daha farklı bir marifetin tamamlayıcısıdır. Böylece yaratılanlar bir yapbozun eksik parçaları gibi kendi aralarında tamamlanırlar.
Hayattaki bu işleyişi bilen insan kendisinin de dünyada bir vazifesinin olduğunu anlar. Önce insan olmanın kutsallığına şahit olur. “Yaratılanların en şereflisi” olma makamına layık görülmüştür çünkü.
Peki insan önce kendi kimliği sonra da hayat gayesi ile barışırsa ne olur?
Kadınsa.. Kadınsı fıtratı ile barışır. Kendi önemi ve değerini bilir. Doğurganlığına, marifet ve yeteneklerine kucak açar. Kendine şefkatle yaklaştığı gibi tüm yaratılmışları şefkati ile besler. Merhameti ve yumuşaklığı kendi bedeninde hisseder. İçsel huzurunu yüzündeki tebessüm ile dışarı yansıtır.
Kadın, hayattaki engellerle mücadele etmez, sakince etrafından dolanır su gibi akar ve yolunu bulur. Kendinde doğal olarak var olan yetenek ve hisleriyle bağlantı içerisindedir. Hayatla olan anlamlı bağlarını kendi içsel bağları ile dengeler. Yaşamayı sever, çünkü kadın güzeldir, güzelleştirendir.
Güzel sunan…
Güzel seven…
Güzel gören…
Güzelliği içeri alan içeriden de dışarı yansıtandır…
Erkek ise.. Çağlar boyu gücün, hareketini kuvvetin ve ilerlemenin sembolü olmuştur. Onun avcı ruhu sahip olma ve başarma üzerine çalışır. Bu yüzden iş hayatında, sosyal yaşamda kendine daha rahat alan bulur. Kolayca yükselir ve ilerler. Fıtratı gereği reis olan, koruyan kollayan, sahip çıkandır. Kadınlara kıyasla daha avantajlı olduğu fiziksel ve duygusal dayanıklılığı; onu dış dünyanın iş ve oluşum süreçlerinde daha marifetli ve başarılı kılar.
Böylece her fıtrat kendine uyumlu olan yolda akıp gider..
Yaratılanlar işbirliği içerisinde..
Biri birinden üstün, özel, kıymetli değil..
Sadece avantaj noktaları farklı..
Böylelikle,
kimlikler, hizmetler, katkılar ve değerler farklı farklı..