Nesiller arası bakıyoruz dünyaya... Aslında kendi zamanındaki izledikleri, okudukları her şey kendinden sonraki neslin yansıması. Ancak her nesil kendinden sonraki nesli anlamaya “bizim zamanımızda böyle miydi?” diyerek bakıyor. Ve sonucunda kuşaklararası çatışmalar yaşanıyor. Hâlbuki her nesil kendinden sonraki neslin dünyasından bakmaya çalıştığında çatışmalar yerini anlaşılır bir dünyaya bırakır. Gençler anlaşıldığını hissettiğinde işbirlikçi bir iletişime geçerler. Anlaşılmadıklarında ise sonuç hüsran oluyor. Şikayetçi olunan genç kuşaklar anlaşılmadığında kayboluyor, kendilerini ararken bir de kendilerini anlamayanlarla verdikleri savaşın içinde kayboluyorlar...
Bulunduğumuz çağı anlamadan onun içine doğan nesli anlayamayız. İçinde bulunduğumuz çağ teknoloji çağı... Her şeyi internetten öğrenebilen, her şeye bir tık ile ulaşabilen, dünya üzerinde kendinden farklı olan dünyalara bir tık ötede bağlantı ile bağlanabilen bir nesil doğuyor ve büyüyor bu çağa. Kolay ulaşım, hızlı etkileşim ise kısa süreli hazlarla hayatta sürekli doyum arayışında olan süreçlere itiyor. Çünkü insanoğlunun doğasında haz ile doyumdan ziyade anlam ile doyum vardır. Yapılan araştırmalar haz arayışının insanların iyilik halleri üzerinde olumsuz etkilere neden olurken, anlam arayışının ise insanlar üzerinde daha derin ve uzun süreli iyilik hâli sağladığını göstermektedir. Peki, her bilgiye ve duruma bir tık ile kolayca ulaşabilen, kendilerine rehberlik edecek önceki kuşaklar tarafından anlaşılmayan bir nesil anlam arayışına nasıl ulaşabilir?
Radyo ve televizyon ile hayatımıza giren medyanın sonrasında internetle ceplerimize girerek tüm dünyayla tek bir ağda buluşmamızı sağladı. Bu hayatta pek çok şeyi kolaylaştırırken yaşamımızda büyük bir yer kaplamaya ve büyük bir etki oluşturmaya başladı. Günlük planlamalarında zamanının çoğunu teknoloji içinde geçiren insanlar var. Artık okullarda derslerde teknoloji kullanımı bir ihtiyaç. Medya dediğimiz şey evimizin içerisine kadar girdi. Hatta artık her bireyin kendi dünyası kendi akıllı telefonlarında saklı oldu. Belki de artık bizi en iyi tanıyan ve sırlarımızı en iyi bilen kişiler dostlarımız değil, akıllı telefonlarımızdır...!? Artık kişisel dünyalarımıza bu denli hâkim olan medya ve teknolojinin hayat yolculuğumuz üzerindeki etkisini göz ardı etmek mümkün mü? Medyanın algısı, yadsınamayacak kadar büyük bir algı… Önemli olan nokta ise bunu “tehlike” olarak mı yoksa “güç” olarak mı göreceğimiz. Bu kadar yakınımızda ve hayatımızın içinde olan bir şeyi yok saymak sadece kaçmaya ve kaçtığımız şeyi tehlikeye dönüştürmeye neden olur. Öte yandan bunun nasıl bir güç olduğunu fark edip hayatımızda kolay erişim ve bilgiyle büyütecek bir güce dönüştürdüğümüzde kendi gücümüze dönüşebilir.
Medya algısı dediğimiz geniş bir yelpaze var. Radyo ve televizyonla evlerimize giren medya şimdi en yaygın olarak sosyal medya kullanımı ile herkesin cebindeki akıllı telefonlarda. Sosyal medya şu anda en büyük etkiyi oluşturan bir güç durumunda. Ülkemizde en çok kullanılan çevrimiçi platformlar sırasıyla: instagram, whatsapp ve youtube olarak gösterilmiş. Bu platformları en etkin kullananlar ise gençler. Günlük hayatlarında ve ilişkilerinde sorun yaşayan gençlerin yalnızlaştıkça kendilerini daha fazla sosyal medyaya verdiği bilinmektedir. Sağlıklı ilişkiler kuramayan gençler, toplum içinde kabul edilmedikçe sosyal medyada oluşturdukları sanal bir kimlikle kendilerini, kendilerine olmayan bir dünyaya sokmaktadır. Yalnızlaşmanın da etkisiyle sosyal medyaya yönelen bireylerin sosyal medya bağımlılığının arttığı görülmektedir. Gerçek hayatta mutsuz olan kişilerin sosyal medya kullanımı nedeniyle diğer hayatlarla kendini kıyaslayarak, sahip olmadığı şeylere sahip olan kişileri görerek mutsuzluk oranları artmaktadır. Düşünce yapılarımızda gördüğümüz, konuştuğumuz, duyduğumuz şeylerin etkisi yüksektir. Bu açıdan baktığımızda sosyal medya kullanımının algılarımızı önemli oranda etkilediğini söyleyebiliriz. Yapılan araştırmalara baktığımızda sosyal medyanın bilinçsizce kullanımında değerlerin ciddi oranda etkilendiğini göstermektedir. Belki de tam bu yüzden günümüz çağında “değerler eğitimi” eğitim alanında yaygın olarak kullanılmaya başlandı. “Değerler” dediğimiz şey bireylerin yaşam anlayışı ve hayat felsefesini oluşturur. Değerlerimiz ölçülerimizdir.Değerler zedelendiğinde bu durum kişilerarası ilişkileri bozmakla beraber toplumsal karmaşaya ve sağlıksız durumlara neden olacaktır. Bu doğrultuda medyanın algısının günümüzde bu kadar büyük ve doğrudan en önemli alan olan değerleri etkilerken bakmamız gereken nokta neresi? “Ahh bizim zamanımızda böyle miydi?” gibi vah vah çekip eleştirmek yerine çağı ve ihtiyacını anlayarak, bu çağa doğan nesli anlamaya çalışarak hareket etmeliyiz. Aksi takdirde yakındıklarımız daha büyük tehlikelere dönecek.
Peki, neler yapılabilir? Öncelikle sosyal medyanın olumsuz özelliklerinden en çok etkilenen grubun gençler olduğu bilinen bir gerçektir. Ailelerin çocuklarının sosyal medya ve teknoloji kullanımlarını kısıtlamaları giderek her alanda ihtiyaç haline gelen bir süreçte oldukça zorlaştırmaktadır. Baskı ve kontrol ise onlar için medyayı daha çekici bir hale büründürmektedir. O nedenle öncelikle gençlere rehber olan kişilerin yani anne baba ve öğretmenlerin sosyal medya ve teknoloji konusunda etkin olmaları gerekmektedir. Bunun için aile ve öğretmenlere yönelik teknoloji ve sosyal medya kullanımlarına yönelik bilgilendirici eğitimler düzenlenmelidir. Anne babalara medya okuryazarlığı eğitimleri ile bilgilendirmeler yapılmalı. Böylelikle çocuklarının hangi dünya içerisine girdikleri, nelere maruz kalıp nelerden etkilenebilecekleri aktarılmalıdır. Çocuklarının içinde bulunduğu çağı, kullandıkları medya ile anlayabilen ebeveynler çocuklarını daha iyi anlayabilecek ve onlarla daha sağlıklı ilişkiler kurabileceklerdir. Okullarda ise öğretmenlerin bu konuda bilgilendirilmesi ve derslerde sosyal medya üzerine eğitimler aracılığı ile gençlere sosyal medyadaki tehlikeler gösterilmelidir. Sosyal medya okuryazarlığı eğitimleriyle ebeveynlerin çocukları için tehlikeli olan medyalarda internete erişim kısıtlamalarını öğrenmelidirler. Bunun yanı sıra sosyal medyada yaş sınırlılıklarının kamu otoriteleri tarafından getirilmesi ile gençlere daha korunaklı bir sanal ortam sunulabilir. Böylelikle zamanının çoğunu burada geçiren gençlerin düşünce ve değerler sistemini olumsuz etkilemesinin önüne geçilebilir.
Neler yapılacağı noktasında bahsettiğimiz noktalar önleyici çalışmalar olmakla birlikte değerlerin korunmasında en önemli nokta ise şudur: Bireyin ilk yetiştiği yer aile ortamıdır. Aile içinde doyumlu, çocuklarla sağlıklı iletişimin kurulduğu, bağların güçlü olduğu ailelerde değerlerin de daha iyi korunduğu göz ardı edilmeyecek bir durumdur. Toplumun en küçük yapı taşı olan aileleri ve aile bağlarını güçlendirecek çalışmaların yapılması da bu konuda oldukça önemli katkılar sunacaktır.
O halde daha iyi bir dünya istiyorsak önce kendimizden başlamalıyız. Kendimizi anlamak içinde yaşadığımız çağı anlamakla başlar. Sonrasında bizden gençlere yönelerek onları anlamak. Ve kendi becerilerimiz, kapasitelerimiz ve meşguliyetlerimiz dahilinde yukarıdaki durumlar için ne yapabileceğimizi bulmak ve onu yapmak iyi bir dünya için büyük bir katkı sunacaktır.
Kendinizi keşfederek aydınlanmanız dileğiyle,
Sağlıcakla kalın.
Gaye Kağan
Uzman Klinik Psikolog