Aile bir toplumun en önemli, en temel çekirdeğidir. Çünkü her birey aslında ilk aile ortamında sosyalleşmeye, ilk toplumsal değerleri orada öğrenmeye başlar. Değerler içerisinde yetişen bir birey potansiyelini ne kadar geliştirirse toplum içinde de o kadar gelişebilir. Peki, ailede potansiyelimizi geliştirmemizdeki ana etken faktörler neler olabilir? En önemli faktör: GÜVEN
Her insan dünyaya ilk geldiğinde 0-6 yaş arasında dünyaya “güvenebilir miyim?”, “değer görebilir miyim?” , “sevilebilir miyim?” diye bakarak yorumlar. Bunu da ilk yorumladığı yer ilk bağ kurduğumuz; bize bakım veren ailemizdir. Bu dünyada ilk bağ kurduğumuz kişi annemizdir, sonra babamız ve kardeşlerimiz o çekirdek ailemiz; ilk sosyal ağımız yani hayatla bağ kurduğumuz ilk merkezimizdir. Yetiştiğimiz yuvada “değer görme”, “güven duyma” ve “sevgiyi” alır ve bu bağlamda gördüklerimizi çocukluk zihnimizle yorumladıklarımızla insanlarla ilişki ve bağlar kurmayı öğreniriz. Yetişkinlikteki davranış kalıplarımızın büyük bir bölümü çocukluk döneminde deneyimlerimizi yorumlama biçimi ile oluşur. Tam da bu nedenle psikoterapistler bireylerin çocukluk dönemleriyle bu kadar yakında ilgilenir. O dönem yaşadıklarımızın bugünün bir yansıması olabilir. Ama altını çizmek isterim ki; o dönemde olumsuz davranışları geliştirmiş olsak bile yetişkin olduğumuzda bunları değiştirebilme becerisine sahip oluruz. Yaşamın her evresinde değişerek kendinizi geliştirebilirsiniz. Hiçbir zaman bunun için geç değildir. Yeter ki değişime niyetlenerek bunun için emek ve çaba harcayın.
Çocukluk dönemimizdeki deneyimlerimizde, bizi yetiştiren ebeveynlerimizin rolü yadsınamayacak kadar büyüktür. Kişilik ve davranış şekillerimizin oluşmasında onların bizim çocukluk dönemimizdeki davranış ve yaklaşımları önemli bir rol oynar. Pek tabii onlarda birer birey olarak onların o dönemlerdeki kendi duygu-durumları, hayata bakış açıları, ekonomik şartları ve kendi zorluklarının da kuşkusuz bize karşı yaklaşımlarında rolü vardır. Çoğu anne-babadan duyarız: “Bugünkü aklım olsaydı sana öyle davranmazdım, böyle yetiştirmezdim.” Çünkü o günkü bildikleri o zamana kadar öğrendikleri ve o duygulanımlarıyla ilişkilidir. Onlarda bizlerde başımıza gelenleri seçemiyoruz. Ve bir birey olarak daha hikâyelerimize doğduğumuz toprakları, etnik kökenimizi, anne-babamızı seçemeyerek başlıyoruz. Ancak seçemediğimiz bu durumlara nasıl tepki verebileceğimizi seçebiliyoruz. Siz seçiminizi nasıl yapmak isterdiniz: Seçemediğiniz durumları; öykünüzü taşımakta zorlandığınız bir yük olarak mı görmeyi mi, yoksa sizi hayatınızın amaçlarınıza yönlendiren kanatlar mı olarak görmeyi mi tercih edersiniz?
Kendi hikâye yolculuğumuzda zor yaşantılarda bir şeyleri değiştirmek cesaret isteyen iştir. Böyle iken bir bireyin oluşum sürecinde; eşlik eden anne-baba olmak daha zor olabilir mi? Evet, hele ki günümüz dünyasında anne-baba olabilmek oldukça zor. Özellikle değişen dünyada bir birey olmak zor iken hızlı değişen bir dünyada anne-baba olmak çok daha zor. Değişim adaptasyon gerektirir. Adaptasyon süreci ise sürekli yenilenerek, değişen durumlara uyumlanmak demektir. Biz insanoğulları da sosyal bir varlık olarak sosyalliğimizi ilk adımı olan ailede “güven duygusunu” geliştirerek dünya ile bağ kurabiliyoruz.
Tüm bu bilgiler bizi hem bir birey olarak hem de anne-baba olarak/ anne-baba olma adayı olarak bizleri korkutabilir. Bir bireyin yetişme sürecinde bu kadar önemli bir role sahip olmanın verdiği mesuliyet yükü “etkili anne-baba” olma ihtiyacını doğurur. Etkili anne-baba olabilmedeki anahtar noktaların en başında ise kendi öykümüzü keşfetmekte saklıdır. Bir ebeveyn kendi doğduğu büyüdüğü aileyi, kendi anne-babası ile ilişkisini ne kadar tanır ve bunlara dair farkındalığı ne kadar artarsa o kadar etkili bir ebeveyn olur. Çocuklarının yetiştirilmesinde sorun yaşayan anne-babalar çoğu zaman sorunun kaynağı çocuklarıymış gibi çocuk psikologlarına başvurma arayışı duyar. Hâlbuki çocuk ebeveyninin onu sorun kaynağı görülmesiyle “ben sorunluyum” diyerek kendine olan güveni zedelenir. Bunun yerine ebeveynler önce kendi süreçlerine odaklanıp bireysel psikoterapiden geçseler sorunun kaynağına çözümleyebilirler. Çünkü kendini keşfeden bir ebeveyn çocuğunun kendisini keşfetmesinde de oldukça etkili bir ebeveynlik yapacaktır. Ebeveynler çocuklarına ayna olur. Kendinizi keşfeder ve yaşarsanız, çocuklarınız da aynısı yapacaktır.
Her ailenin kendine has bir iklimi vardır. Bu iklimi ailenin değerleri oluşturur. Bir çocuk kendine verilen öğütler, emirler ve tabularla öğrenmez! Çocuk ailede yaşayan ve yaşatılan değerlerle öğrenir. Çocuklarına inanç ve yaşam amaçlarını dayatmak onları kapana sıkılmış ve kaçmaları gerekli bir durum olarak göstermekten başka bir şey değildir. Biz psikoterapistlerin çoğu hikayeler de şahit olduğu bir durum vardır: Ailenin değerlerine zıt tutum ve davranışları geliştiren çocukların hikayeleri.. Bu hikâyelerde genellikle anne-babaların değerleri zorbalıkla / dayatma ile aktarmaya çalıştığını görürüz. Korku-kaygı kültürü içerisinde büyüyen çocuklar korku ve kaygı durumlardan kaçmaya odaklanır. Sevgi dili, ailede yaşayarak görülen değerler ise koşulsuz bir kabul ile içselleştirilir. Doğan Cüceloğlu der ki: “Ailede yaşayan değerler odaya girdiğiniz zaman hissettiğiniz hava gibidir. Elle tutulamaz, gözle görülemez, ama oradadır ve biz onu sürekli soluruz.” İşte tam da böyle ailede değerleri o evin ortamını ne ile beslediğinizle ilişkilidir. Çocuklara değerler onların yaşlarına uygun olarak, onların anlayabileceği dilde anlatıldığında ve o değerleri yaşayan, örnek anne-baba figürü ile gösterildiğinde etkili biçimde aktarılabilir.
Anne – baba olma zor bir zanaat iken bu ulvi görevi ellerinden gelenin en iyisini yapmaya gayret eden anne ve babalara, gerçek kahramanlara sonsuz sevgi ve saygıyla..
Uzman Klinik Psikolog
Gaye KAĞAN