Son birkaç yıldır ülkemizde meydana gelen akıl almaz olaylar korkunç derecede ve virüs gibi hızla yayılmaya, insanlar üzerinde hem ruhsal hem psikolojik olarak etkisini sürdürmeye devam ediyor.
Her sosyal mecrada "ben etimle, kemiğimle bu çağdan nefret ettim" söylemi dile pelesenk olmuş. Peki bu noktada suç, içinde yaşadığımız zaman diliminin mi oluyor?
Yoksa bu sosyal mecralarda dolaşırken ruhsuz robotlara dönüşen bizlerin mi?
Aslında yaşanan olaylara karşı tepkimizi ortaya koyalım derken duygularımızı yitirdiğimizin farkında mıyız?
Allah'ın her günü medyada dolaşan kendi canına veya başkasının canına kast, vahşice ve canice çoğu, manşetleri bizi içten içe psikolojisi bozuk bir birey hâline getirip hissizleştirdiğini görebiliyor muyuz?
Öyle ki ölümün şiddeti ve şekli ve görüntüsüne göre farklı tepkiler veriyoruz. Ölüm haberi görünce hemen nasıl olmuş, neden olmuş niçin olmuş soruları art arda sıralanıyor. Ve bunlar içten içe bizi ruhsal anlamda bozguna uğratıyor. Ve her gün aynı senaryolarla gözlerimizi açıyoruz. Ortada değişen hiçbir şey yok, sadece ne yazık ki eylem daha da canice gerçekleşmiş oluyor. Demek ki bu tür olaylar medyaya yansıtılınca da değişen bir şey olmuyor hatta maalesef çoğu zaman ters tepiyor ve katil olana yol gösterici oluyor. Açıkçası yaşanan tüm olayların medyaya lanse edilmesi hiç de doğru bir karar değildir. Burada İlgili kişilerin kulakları çınlasın. Çok dikkatli olunması lazım aksi takdirde kimsenin aklından dahi geçmeyecek fikirleri gün yüzüne çıkartıp bir nevi yapılacak eyleme ortak olup destek olduklarını belirtmek isterim. Tabi biz vatandaşlar yaşananlara tepkisiz kalalım veya üç maymunu oynayalım demiyorum. Birey olarak üzerimize ne düşüyorsa yapalım yapmalıyız da ama daha çok çözüm odaklı olmamız lazım. Yoksa deli danalar gibi o sosyal medya hesabından diğer sosyal medya hesabına koşturup dururuz ve bu bizi gerçekten tüketir. En önemli nokta da ülkemizde caydırıcı cezalar olmadığı sürece bu tür olaylar devamlılığını sürdürecek maalesef.
Yaşasın Şeriatı Garra!
Bir insanın canına kast etmek bu kadar basit olmamalı!
Daha ne kadar kötü olabilir derken daha da kötüsünü duymaktan ve görmekten yorulduk.
İmansız kör kuyularda yetişen bir nesil ile karşı karşıyayız. Nereden baksan tutarsızlık. Öyle bir nesil ki şiddete meyil desen, saygısızlık desen, hırsızlık, yalan dolan, kendine ve başkasına zarar, ateist, deist, satanist ve daha nicesi.
Toplum olarak büyük bir buhran geçiriyoruz ve bu yaşananların altında ne yazık ki bu tür sebepler yatıyor. Yoksa hiç kimse fıtrat olarak kötü, cani, dinsiz , ruhsuz, psikolojisi bozuk doğmuyor.
Bu tür olumsuz özellikler sonradan kazanılıyor. Ve bunların oluşmasına sebebiyet veren çoğu zaman temeli yıkılmış aile oluyor. O değilse bozuk çevre veya sonradan edindiği hamakat ve safsata mahiyetinde olan ufunetli fikirler veyahut da madde bağımlılığı...
Ne olacak peki bu şekilde ne yapmamız gerekiyor?
Özümüze dönmemiz lazım efendim. Tertemiz fıtratımıza rücu etmeliyiz bu da ancak pak ve temiz olan İslamiyet’in hanelerimizde dirilmesi ile olur. Çünkü hanelerimiz toz toprak içinde. Örümcek ağlarıyla bezenmiş pencerelerden içeri hava girmiyor. Önce evlerimizi, dünyada küçük bir cennet hükmünde olan aile hayatlarımızı, İslâmiyet ile sulayıp pencerelerden içeriye nuraniyetin girmesini sağlamalıyız. Bir yerden başlamak gerekiyorsa eğer en başta buradan başlamalıyız her şeye. Çünkü Bu millet-i İslam’a bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor.
Toplumun ahlâklı olmasını ve düzelmesini beklersek boşuna zaman tüketmiş oluruz. Bu yüzden taşın altına en çok biz elimizi koymalıyız. Ahlâklı bireyler yetiştirmeliyiz ki toplumun yaraları yavaş yavaş sarılsın ve tabi en başta kendimizi bir gözden geçirmek daha doğru olacaktır. Güzel ahlâkı kazandıran iki unsur vardır biri Kuran biri de Sünnet-i Seniyye.
Bu ikisine yapıştık mı Allah'ın izniyle güzel neticeler elde ederiz. Hayatın, hayatı iman olması hasebiyle başta imanımızı tabiri caizse süzgeçten geçirmeliyiz. Batıl fikirlerden, bid’atlardan , nefsin ve şeytanın aldatmalarından, el alem ne der putundan arındıralım. Bir yerden başlamazsak eğer, kaybeden biz oluruz , çocuklarımız olur, neslimiz olur . O yüzden söndürmüş olduğumuz İslâmiyet lambasının düğmesine basalım ki hanelerimiz bahar görsün.
Çünkü en çok bu çağın İslâmî yaşantıya ve İslâmiyet’e ihtiyacı var . Gerisi çorap söküğü gibi gelir zaten.