Kalb-i insani o kadar zayıf, o kadar aciz ve o kadar garip ki.
En basit, adî ve küçücük bir rüzgarda bile savrulur, yalpalanır, sendeler ve kırılmış bir dal misali bir süre sonra yere yığılır. Çünkü bu zayıflığı zaaflarından kaynaklanıyor.
Kendine dert edindikleri ile hemhal olup habire bir efkarın içinde debeleniyor.
Ne yazık ki insan kalbi faniyatta gark olmuş. Bu kadar elemler, ah u fizarlar, eninler ondan tevellüd edip göğü inletiyor. Ne tutunacak bir dal bırakmış kendine ne de itimat edeceği bir liman. Bu yüzden hep elemlere müptela.
Oysa kalb-i insani öyle bir vazife ile vazifelendirilmiş ki o vazifeye yöneldiği vakit çektiği elemlerin aslında geçici olduğunu, hatta o elemlerin altında yatan baki emellerin biraz daha tozu toprağı temizlense tezahür edeceğini görür ve elemlerin yerini sonsuz sevinçlere değişeceğini anlar.
Kalb-i insaniyi halk eden yüce Allah o kalbe kaldıramayacağı yükler yüklemez.
Kalp Allah dedikçe eksilir ondan yükler.
Çünkü Allah diyen bir kalp tüy gibi hafifler
Neye dayanacağını bilen bir kalbin sırtı yere gelmez. Hele ki istinat ettiği bu muazzam Zatın muhabbetine nail olmuşsa.
Ve onu görmeyi görebilmişse gözü
Ve onu okumayı farz bilmişse dili
Ve onu anmayı düstur edinmişse yüreği
Daha da fani dünyanın gamını çekmez
Binaenaleyh dayandığımız, itimat ettiklerimiz, uğruna ömür tükettiklerimiz, sevdiklerimiz hepsi Allah’ın rızası dairesinde ise ve birbirine muavenet eden bir makinenin çarkları hükmünde ise korkmamamız gerekir. Çünkü Allah’ın yolunu yol bilenleri yolda bırakmaz Rahîm-i Zülcemâl. Onun merhameti sonsuz bir Okyanus gibidir.
Üstadın da dediği gibi “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.”
“Bu dünya çabuk tebeddül eder bir misafirhane olduğunu yakînen iman edip bildim. Onun için hakiki vatan değil, her yer birdir. Madem vatanımda bâki kalmayacağım; beyhude ona karşı çabalamak, oraya gitmek bir şeye yaramıyor. Madem her yer misafirhanedir; eğer misafirhane sahibinin rahmeti yâr ise herkes yârdır, her yer yarar. Eğer yâr değilse her yer kalbe bârdır ve herkes düşmandır.” Vesselam...