İnsanlığın Karanlık Yüzü ve İlahi Adalet

Elif Akçan

Günlerdir zemin yüzünde meydana gelen ve gelmekte olan olayların etkisinden şaşırmış bir vaziyetteyim. Ne söyleyeceğimi, ne konuşacağımı, ne düşüneceğimi bilmiyorum. Olmuş olan ve diretilmiş, zorbaca, diktatörce, zalimce, canavarca, şeytanı bile geçmiş, ona hadim olmuş bu insan bozması canavarları tanımlayacak sözcük bulamıyorum. Kelimeler bile benliğinden utanır.

Peki ya bunları bizzat yaşayanlar? Ne yapmalıydılar? Nasıl unutmalıydılar? Hayatlarına nasıl devam etmeliydiler?

Kanayan yaramız Kudüs, Doğu Türkistan ve daha birçok yerde zulüm altında olan kardeşlerimiz varken; yanı başımızda hayat hakları ellerinden alınmış, duyguları paramparça edilmiş, kalpleri virane olmuş kardeşlerimizin yaşadıkları vahşetten haberimiz bile yoktu. Şimdi ise yaşadıkları akıl almaz hallere şahit oluyoruz. İnsan, “Yer yarılsa da yerin dibine girsem de bu yaşatılanları duymasa kulağım,” diyor.

Hakikaten, kelimelerin bile taşımaktan çekindiği işkenceler, saldırılar, tecavüz, dayak, onur kırıcı hakaretler… İnsanlığa sığmayan davranışlar ve nihayetinde aklını yitirmiş, mecnuna dönmüş bireyler... Gökyüzünden bile habersiz çocuklar...

İnsan, kâinatın en şerefli yaratılanı konumundayken nasıl oldu da bu denli hayvani bir posta bürünmüş, vahşi bir yaratığa dönüştü? Nasıl kan emen cani bir mahlukata döndü?

Tüm bunları düşündüğümüzde şöyle bir sonuca ulaşırız: Allah’tan uzaklık. Hem de öyle bir uzaklık ki bütün ömrünü sarf etse, giderilemeyecek bir mesafe. Bu uzun yolun ve uzaklığın harcında bulunan en önemli ve tabiri caizse etkili malzemeler; küfür, dalalet, sapkınlık ve şeytani hislere mağlup olma vardır. Bu yolda gidenler ne Rabbini bilir, ne kendini bilir, ne de hayat denilen mukaddes nimetin mahiyetini. Bu yüzden de yaşamaya layık olan hemcinslerinin hayatlarına son vererek veya ciddi anlamda zarar vererek içinde bulunduğu ezikliği örtmeye çalışır. Sözde gücün kendisinde olduğunu göstermeye çalışır. Dolayısıyla haddini aşar, kendisine verilmiş olan duygularını en aşırı derecede, Allah’ın razı olmadığı şekilde kullanır ve bunu yaparken kendini rahatlatır.

Oysa bu işlediği fiilleri ne yer kabul eder ne de gök. Ruhu, aklı ve vicdanı tamamen hayvani hislerden zevk alan acube bir mahlûk olur. Ve bu durum en çok da inkâr karanlıklarından beslenen kişilerde görülür. Onları daima gören bir Yaratıcı’nın varlığı, onları rahatsız ettiği için en kısa yol olan inkâra başvururlar. Hatta öyle bir hâle gelirler ki alaya alma cüretini kendilerinde görürler. İşte bunlar için şu ayet yerinde olacaktır:

“Âyetlerimizi inkâr edenleri pek yakında korkunç bir ateşe sokacağız. Onların derileri kızarıp kavruldukça, yerlerini başka derilerle değiştireceğiz ki azabı hiç aralıksız tatmaya devam etsinler. Şüphesiz ki Allah, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.” (1)

Ayetin de işaret ettiği gibi, mutlak galip yalnızca Allah’tır. Ve büyük mahkemede bu kişiler, azapların en şiddetlisine çarptırılacaktır. Bu hakikat, insan olan insana nefes aldırır. “İyi ki Allah var, iyi ki hesap günü var, iyi ki cehennem var,” diyorsun.

Evet, yaşanılanlar asla hafife alınacak durumlar değil. Ancak bunları gören, bilen ve cezasız bırakmayan bir Hâkim’in olduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekir. Ayrıca mümkün mertebe dua silahını kullanmalı ve medya terörünün kalbimizi zehirlemesine izin vermemeliyiz. Aksi takdirde, Üstad’ın şu tespitindeki bedbahtlardan olma ihtimalimiz pek yüksektir:

“Küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır, mânevî bir divane olur; ya kalbini dağıtır, manevî bir dinsiz olur; ya fikrini dağıtır, manevî bir ecnebî olur. (2)


Dipnot:

1-Nisa Suresi/56

2-Kastamonu Lahikası

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.