Kutub Yıldızı (Yolcu) romanı üzerine

Dursun Sivri

Muhabbet Platformunun (1-3 Mayıs 2025) tarihlerinde Bursa’da yapılan toplantısında temin edip yazarı Hüseyin Yılmaz’a da orada imzalattım “Kutub Yıldızı (Yolcu)” romanını. Akış ve ahenk bozulmasın diye yaz tatilinde okumayı planlamıştım. Farklı coğrafyada iki haftalık bir termal tatil vesilesiyle sakin bir ortamda, relaks bir halet-i ruhiye içinde bir nefeste okudum.

İmza esnasında kitabın yazarının da münhasıran bir değerlendirme yapmamı istemişti. İstifadeye medar olduğuna inandığım için ve hakkı teslim kabilinden bir değerlendirme yapmak âdetimdendi zaten.

Bu vesile ile değerlendirmeye, yeni deyimle “eleştirel yaklaşım” veya “tenkid tahlil mi?” denir bilmem de. Esas itibarıyla kanaat ve görüşlerimi ifade etmeden yapamam zaten. Velev ki beğenmesem dahi görüşümü paylaşmazsam patlarım.

Elli yılı aşkındır Risale-i Nurları okumak, sohbetlerine katılmak, hizmetlerin bir ucundan tutma niyeti ve gayretiyle hizmet ehliyle aynı karede görünmek kabilinden avam mü’minden birisi olarak Risale-i Nurun müellifi Bediüzzaman Said Nursi’nin (ra). Tarihçe-i hayatını çok defa okumak nasip oldu. Bu meyanda yazılmış birçok kitaplar, hatıra notları, röportajların kitap haline gelmiş olanları okumak nasip oldu.

Necmettin Şahiner’in“Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi” “Son Şahitler” serisi ile başlayan farklı kalemlerin muhtelif eserlerinden istifade ettik.

İslâm Yaşar’ın Bediüzzaman Beşlemesi, Ömer Özcan’ın “Ağabeyler Anlatıyor” serisi, İhsan Atasoy’un “Nurun Kahramanları serisi ilk aklıma gelen bir çok hatırların yazıya, kitaba, metne dökülmüş şekli olan eserlerden istifade ettik. Her bir çalışmada müşterek noktalar olduğu kadar farklı zaman, zemin, farklı şahısların yaşadıkları, aktardıkları da farklı bilgiler, dersler var hepsi çok kıymetlidir. Bu çalışmaları yapan, emeği geçen eserler ortaya koyan yazarlara şükranlarımızı, minnetlerimizi arz etmek bir borçtur. Allah hepsinden razı olsun

Hüseyin Yılmaz’ın bu romanı sadece bir dönemi ve bir mühim şahsiyetin , Molla Said dönemini anlatmakla kalmamış. Aynı zamanda o dönemi bir yönüyle tarihi vesika mahiyetinde, o dönemin, bölgenin sosyolojisini, siyasi, içtimai, kültürel, inanç, itikat, değerler gibi çok fazla mevzuların yorumlarını da içine alan bir anlatım yapmış. O bölgeyi, Bitlis’i, Hizan’ı, Mardin, Muş bölgelerini seyyah olarak gezmek nasip oldu. Ancak bu romanda geçen mekan tasvirlerindeki detayları göremedik, fark etmedik.

Kutub Yıldızı Bediüzzaman’ın çocukluğundan icazet aldıktan sonra yirmili yaşlarını, İstanbul’a (1907) gitmeden Van hayatına başlama dönemini kadar olan dönemi içine alıyor.

Dört seri olarak olacak çalışmanın birinci serisi Beşyüz on bir sayfada Molla Said olarak meşhur olduğu dönemlerde yaşananları ihtiva ediyor. O kadar tafsilatlı anlatılıyor ki, roman tarzında böyle oluyormuş diye düşündüm. Çünkü roman okumak ayrı roman tekniğine uygun roman yazmak ayrı bir şey. Usûl ve teknik konusunda bir şey diyemem. Zira uzmanlık alanıma girmiyor. Edebî müktesebatı olanlar değerlendirebilir. Sadece takdir ve tebrik ederim.

O coğrafyayı gezmiş biri olarak mekan tasvirlerini gözümde canlandırmak kolay oldu. Ancak roman kahramanının ve ilgili kişiler, yerler, medreseler, makamlar ve mekanların detaylı tasvirleri yazarın üslup tarzı olarak farkını ortaya koymaktadır. Kendi zaviyesi ve telakkisinin tesiri belirgin olduğu da aşikâr.

Molla Said’in kısa zamanda şöhreti, namı dillere destan olmuş. Baş döndürücü maceralı hayatı, onlarca ilim merkezi medreselerdeki farklı durumu ve tavırları, kendine has yaklaşımını nazara veren anlatım esere de orijinal bir hususiyet katıyor. Sanki canlı yayın çekim gibi anlatmış.

O zamanın ulema ve evliyasının Nurs’tan ve özellikle Molla Mirza’nın neslinden bir kahraman beklemeleri epey zamandır konuşulurmuş. Böyle bir iklim ve havada Molla Said zımnî bir imtiyaza daha çocukluğundan sahip olmuş gibi anladım.

Vazifesi, yeni deyimle misyonu çok erkenden belli olmuş denilebilir.

Medreselerdeki tedrisat süreçlerinde basamakları çabuk atlaması, seviyelerini kısa sürede aşması, hatta hocaları da geçmesi enteresan bir hâl. İlim talebi, ilme karşı -tabiri caizse- şiddetli açlık hissi ile daha fazlasını talep niyetiyle gitmediği medrese, ilim yuvası kalmaması maceralı hayat çok heyecan verici.

Bazen fazla bilmenin de başa bela olduğunu görmesi, yaşaması, kıskançlık gibi istenmeyen hallere de maruz kalması ayrıca dikkate değer bir hâl.

Molla Said’in yaşadıkları, hissettikleri, içinden düşündükleri, dışına aktardıkları, diyaloglarını yazar roman üslubu ile çok iyi kaleme almış. Metne dökülen düşünceler hakikaten Molla Said’in tıpa tıp aynı olması düşünülemez. Yazar kendi düşündüklerini Molla Said’e atfederek ifadeye aksettirmiş gibi. Muhataplarının sözleri de onlardan sudur etmiş gibi satırlara yansıması yazarın tarzından kaynaklandığını düşünüyorum. Makul ve ustalıklı bir üslup. Zira yazarın Bediüzzaman’ın hayatına, ve eserlerine vukufiyeti böyle has bir üslup kullanılmasına tesir ettiği anlaşılıyor. Hayali değil gerçek gibi cümleler anlatımlar.

Kutub Yıldızı bugünün gençlerini hayata hazırlamak, motive etmek, hayatın gerçeklerinin anlaşılmasını temin etmekte tesirli bir metot aynı zamanda. Hayatta karşılaşılması mutlak ve muhtemel engelleri aşabilmeyi göze alabilme için çok iyi bir model. Gençlere dava şuuru kazandırılmasına vesile olabilecek bir moral ve motivasyon kaynağı mahiyetindedir. Şahsen ben de gaza geldim oralara bir daha gezip görme merak arttı.

Bizim yaşlı ihtiyar kuşak umumi nazarla baktığımızda yorgun düşmüş, enerjisi azalmış, sanki kullanma tarihi geçmiş kesimler diyebilir, “bunlar bildiğimiz şeyler” deyip fazla heyecan duymayabilir. Ama gençler için aynı şey denemez.

Bediüzzaman bizim gibi yaşlı kuşaklara Münazaratta şöyle sesleniyor:

“Ey muhatablarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani onüçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum, sureten medenî ve dinde lâkayd ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları câmiye davet ediyorum.

İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyet'i bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Mesîl-i neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz; tâ ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvücsâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!..”

(Eski Said'in aşairin suallerine verdiği cevablar, Münazarat – 49)

Bizler saff-ı evveler ile bugünün adını alfabenin son harfi ile tanımlanan “Z kuşağı” arasında hatt-ı muvasalayı(köprü olmayı) layıkıyla temin edip edemediğimizi sorgulamamız lazım. Biz de hem geçmişin hem geleceğin protestosuna muhatap mıyız diye nefis muhasebesi yapmalıyız diye düşünüyorum.

Şimdi bir başka mevzua eleştirel yaklaşım kabilinden aklıma takılan bir hususu yazardan farklı düşüncemi ifade etmek istiyorum.

Malum Sultan Abdulhamit devrinde doğuda Ermeni isyancılara karşı tedbir cümlesinden Hamidiye Alayları teşkil edilmiş. Başındaki bazı paşalar tanınan yetkileri istismar ederek bölge halkına zulümlerde bulunmuş. Bu paşalardan birini zulmü o kadar ileriye gitmiş ki, Molla Said Rüyasında Şeyh Abdulkadir Geylaniyi rüyasında görür. Şeyh, Molla Saide, git o kör Mustafa paşayı öldür diye talimat verir. Molla Said hiç tereddüt etmeden bu iş için gider. Orada geçen hadiseler, Tarihçe-i Hayatta da yer alıyor. Malum Cezire âlimlerinin suallerine cevap hadisesinin anlatıldığı meseleyi bilenler biliyor diye tafsilata girmedim.

Hamidiye Alaylarının başındaki paşalar, bölgede vazife yapan valilerin politikalarından şahsi tutumları farklılık arz ettiği anlaşılıyor. Bitlis Valisi Ömer paşa gibi müspet yaklaşım sergileyenlerin olduğu da anlaşılıyor.

Günümüzde arada bir nükseden Abdulhamit düşmanlığının arkasında çok farklı saikler olduğu biliniyor.

Kimisi Abdulhamid hanı yücelterek, o zaman hürriyet fikrini savunan muhaliflerle Bediüzzamanı aynı kefeye koyup Bediüzzamana dil uzatanlar var. Abdulhamid han üzerinden idarecilere sahip çıkma adına yapılıyor.

Kimileri Abdulhamit hana saldırma gerekçesi tek adam suçlaması ile idareye çatmak ve ince işçilik çakmak isteyenler de var.

Şimdi şunu iyi bilelim Abdulhamid han Filistinde Yahudilere parayla da olsa toprak satmadığı için “kızıl sultan” yaftasını Yahudiler dünya genelinde yaydıkları malûm. Anı ağzı yerli şom ağızlı gazeteciler siyasetçiler, Abdulhamidi 31 Mart darbesiyle al aşağı eden zihniyet dün de bugün de aynı

Bediüzzaman Abdulhamid han konusunda orta yollu bir teşbihle tanımlama yapıyor.

Kimileri yüceltirken “Haydar ağa” diyor. Kimileri itham için “Haydo” diyor.

Bediüzzaman ise olduğu gibi “Haydar” diyor. Bir yerde mazlum padişah tabirini de kullanıyor.

Bugün de halen Sultan Abdulhamid üzerinden mevcut idareye saldıranlar malum aynı çevreler, aynı zihniyetin uzantıları olduklarını görüyoruz.

Şimdi Yazar Hüseyin Yılmaz Hamidiye Alayları üzerinde fazla tahşidat yapmış gördüm. İnce işçilik bir yerlere çakmış. Niye yapmış merak ettim.

Bediüzzaman Hamidiye Alayları meselesine teğet geçer gibi temas etmiş. Abdulhamid hana bir yerde “Mazlum Sultan” derken diğer taraftan istibdatın her çeşidine sille vuracağını beyan etmiş.

Evet bir romanın yazmadan önce tasavvurunda, kurgusunda yazar elbette istediği üslubu, ana fikri, hedeflediği temayı işleyebilir. Bizler teknik okuduğumuz için edebi usül ve üslup konusunda tenkid etmek haddimizi aşar

Ezcümle, arka planında çok yoğun bir gayret, araştırma, gezip görmeye dayanan hacimli bir eser var çok kıymetli.

Eser hakkında ne düşünmüşsem aynını aktarmaya çalıştım.

Canü gönülden tebrik ederim derim. Herkese hususan gençlerin okumasını şiddetle tavsiye ederim.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.