Hayatın her karesinde ardımızda bir rüzgâr kalıyor. Zamanın içinden bir hışımla geçerken neyi, ne kadar, nasıl ırgalıyoruz rüzgârımızla?
Peygamberimiz (s.a.v) neden Güllerin Efendisi? Çünkü arkasında kalan rüzgârın kokusu “gül”. Geçtiği ortamlara ferahlık sunan, sineleri yatıştıran, çehrelere tebessüm konduran, gözlere mutluluk yaşları yağdıran bir gül rüzgârı Onunkisi (s.a.v). Öyle ki baharın bütün kokularını toplasanız bu aromayı yakalayamazsınız diyor, tarif edenler. Ne tarifsiz bir rüzgâr, ne tarifsiz bir esinti! Rabbim rüzgârını her dem burnumuza en taze haliyle duyursun, ruhlarımıza işlesin de bizim rüzgârımız da nasibini alsın
O zaman, bize gül rüzgârını anmanın hissettirdiği o latiflikle düşünmek kaldı. Her kim olursa olsun, kasırgalar bile estirse, dünyanın bütün tozlarını havaya kaldırsa, kaldırdığı bir toz tanesini dahi bu dünyadan ahirete sürükleyemez.Belki de tevazu ile gezmek bu yüzden mü’min ahlakı. Rüzgârınızla bile Allah’tan gayrısının korkusunu kalplere salmayacaksınız. Ilık bir rüzgâr latifliği ile halkların arasından geçip, herkese “selam” elçisi olacaksınız (neslimizle beraber olacağız inşaallah). Görenlere Zümrüd-ü Anka’nın kanat çırpışındaki suya benzer rüzgâr sesiyle yaklaşacak, imanları kasıp kavuran cereyanlar karşısında kanatlarımızla dokunup şifalanmaları için niyazda bulunacağız. İnşaallah
O zaman ey benimle beraber hayatın içinden bir hışımla geçen ve mecburi istikamete doğru adım eksilten kaderdaşım nefsimle beraber kendine her daim sor:
Geride nasıl bir rüzgâr bırakıyorsun?
Bu minvalde bir kıssa anlatayım:
Şükrü diline pelesenk yapan bir adam vardı. Her gün evinin dış kapısını sabah erkenden açar, minnet dolu bir yüz ifadesiyle ellerini kaldırır ve “Rabbim bana gönderdiğin bütün nimetler için sana hamd ediyorum” derdi.
Bu adamcağızın bir de imanla buluşmamış bir komşusu vardı. Komşu, Şakir (şükreden) bu adamı her gördüğünde “Kime el açıyorsun, sana bir şey gönderen yok” diyerek alay eder ve kızardı. Yine bir gün aynı sözleri sarf etti ve “Görürsün el açıp teşekkür ettiğin bir İlah’ın olmadığını sana ispat edeceğim” dedi.
Ertesi gün Şakir adam kapısını açtı ve kapısının önünde bir sürü çeşitli yiyeceklerle dolu poşetler gördü. Yine her zamanki adeti üzere elini açtı ve “Ya Rabbi, bugün bana her zamankinden daha fazla cömert davranmışsın, Sana hamdolsun” dedi. Tam içeri giriyordu ki, kendince kurnaz komşu ağaçlardan birinin arkasından çıkıverdi.” Hahaa, gördün mü bak, sana demedim mi el açtığın kimse yok diye, o poşetleri ben bıraktım, hahaa”. Ağzı gülmekten tam kulaklarına varmıştı ki, Şakir adam istifini bozmadan:
“Ya Rabbi bugün bana çok cömert davrandığın gibi bunu da şeytanın eliyle yaptırmışsın, Sana sonsuz hamdolsun” dedi...
Bu şükür karşısında komşu nasıl tepki vermiştir? Cevabı sizde...
Etrafınızda şimdi şükretmekten vazgeçecek, bu imtihan pes ettirecek diye sabrınızı ölçüp hamdinizin önüne sürekli geçenler varsa, pekâla cevabı biliyorsunuz...
Dünya ne garip değil mi, şükür ehli hamd etmek için fırsat kollar, yağmura bakar hamd eder, dağa bakar hamd eder, suya, göğe, börtü böceğe, hastalığa, ölüme bakar hep hamd eder, karşılığında da sinesine ferahlık, verilen nimetlere de bereket bulur...
Şekva (şikâyet) ehli de hep olmayana bakar, olanın içindeki güzelliğe değil, olmayanın içindeki karanlığa gömülür ve ne acı ki, hayatı ağzında buruk bir tatla da hitama erer...
Özetle insanların ahlâkta iki kutbu vardır, ya şükür ehli olurlar ya da şekva ehli. Bu suretle de arkada bir rüzgar bırakırlar.
Rabbim şakir ve şakirelerden eylesin bizi ve neslimizi. (Amin)
Yazandan ve okuyanlardan Mevla razı olsun. (Amin) Kalın Selamette...