Şu zamanların şikâyet konularının manşetinde ne var desem? Hemen hemen her ağızdan ilk önce “pahalılık” kelimesinin çıkacağını tahmin etmek hiç de zor değil.
Evet, 'her şey almış başını gidiyor', cümlesi ağzından çıkmayan var mı?
Yıl 1960’lar. .
Benzer durum, Hindistan’da baş gösteriyor? Halk şikâyetlenmek için, o zamanın büyük alimi, Muhammed Yusuf Kandehlevi'nin yanına gider. Yakınmalarının ardından ne yapalım diye sorarlar.
Kandehlevi nasihaten der ki: "İnsanlar ve eşyalar Allah katında iki elin, iki terazinin kefesi gibidir. Eğer Allah katında insanın değeri artarsa, eşyanın değeri düşer ve fiyatlar ucuzlar. Ama eğer, Allah katında insanın değeri düşerse eşyanın değeri artar ve fiyatlar yükselip pahalılık olur. Siz Allah katındaki değerinizi yükseltmeye bakın ki, böylece insanın değeri yükselsin ve eşyanın değeri de azalıp fiyatlar da düşsün. "
ve ayeti delil olarak söyler:
"Eğer o şehirlerin halkı (hakkıyla) iman edip takva sahibi olsalardı muhakkak onların üzerine gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık"
(Araf, 96).
Rabbim’in gözünde ucuzladık galiba! Dünya bizi peşinden koşturur oldu. Ehemmiyet verilmemesi gereken şeylere ehemmiyet verdikçe onlar da şiştiler ve gözümüze durdular maalesef.
Ayetten mülhem; iman ve takva, rızık kaygısının tek ilâcı. Bu ikisi bir kulda büyüyüp boy verdikçe Allah (cc) da yerin ve göğün sofralarını önüne seriyor. Peki ya rızık?
Rızık, yaygın mana itibariyle ‘azık, yenilen, içilen, faydalanılan her şey’ olarak dimağımıza yerleşmiş. Hadi bir tanım yapalım:
Dünya yaratılmadan önce herkes için ayrı ayrı taksim edilen, kişi istemese de ona gönderilen, maddi-manevi bütün imkânları kapsayan her şeye, rızık denir.
Kimseye özenmekle, dövünmekle, gayrı meşru yollara sapmakla, çok çalışmakla elde edilmez. Ve de hadislerde ifade edildiği üzere; kimse rızkına kavuşmadan ölmez. Fakat herkes rızkını helâlinden aramakla mükelleftir. Bu konu ise insanları beş kısma ayırıyor:
-Kâfirler, rızkın sadece çalışılarak elde edileceğini düşünürler.
-Müşrikler, hem Allah’tan geldiğine hem de çalışmakla geldiğine inanırlar.
-Münafıklar, Allah’tan geldiğini bilirler fakat verir mi vermez mi endişe ederler.
-Fasıklar, Allah’tan geldiğini bilirler fakat çalışıp kazanmaya çalışırken isyan içinde olurlar.
-Mü’minler rızkı için çalışırken isyan etmez ve haramlardan sakınırlar.
Rabbim mü’min zümreden eylesin. (Amin)
Bir konu daha var ki; rızık olarak nelerin değerlendirilebileceği, örneklendirelim:
İman, ilim, merhamet, evlât, rütbe, sıhhat, gıda, insanlık, basiret, cesaret, kavrayış, belâgat, konuşma, duyma, hissetme vs. O kadar çok ki. . .
Endişe edilen kısmı ne yazık ki, genelde paraya bakan yüzü. Keşke herkes bir merhametini yoklasa, ilmini, imanını, insanlığını, aslında en önemlilerini bir yoklasa, keşke!
Ayrıca dünyada misafir olan bizlerin de bazen misafirleri oluyor. Bir soralım kendimize: “Misafirim hatırlı olur, kıymet bilirse ona nasıl muamele ederim? Hanemi benim için mi ziyaret etmesi hoşuma gider yoksa yemek içmek için mi? Kısacası onu bana ağırlatacak olan ahlakı mı, kalıbı mı?” Cevaplar herkeste ortak ve mahfuz zannedersem!
Hasılı, saydığımız şeyler, Allah vergisi olsa da, kulun gayreti ile azalıp artabilecek şeyler aynı zamanda. Ufacık gayretin nihayetine çok büyük rızıklar bağlanabileceği gibi boyumuzu aşkın nankörlüklerimize ise nasipsizlikler bağlanabilir. (Hafizanallah)
Tabi, bu kadar kelamdan sonra hala birileri: “Allah yarattı, her şartta sahip çıkması gerekmez mi” diyebilir. El-cevap: Zaten sahip çıkıyor. Rızık Rabbimizin teminatı altında. Üstelik bize kızıp hali hazırda nimet olarak değerlendiremediğimiz şeyleri kısmıyor. Güneş her gün doğuyor, ısı ve ışık yaymaya devam ediyor. Her mevsim türlü güzellikle kapımızı çalıyor. Organlarımız işlevlerini yapmaya devam ediyor ve daha fazlası hep olmaya devam ediyor. Sadece bizim ahlakımız ve nimetlere olan hürmetimiz hususi rızıklarımızın hatta bazen de umumi rızıklarımızın ziyadeleşmesine veya azalmasına sebep oluyor. Buradaki ziyadeleşme veya azalma ise nicelik olarak değerlendirilmemeli, bereket olarak değerlendirilmeli. Bereketini de yukarıdaki soruların cevabı belirliyor kanaatindeyim. Bazen kendimize hülasa olarak şunu sormanın gerektiğini düşünüyorum: “-Haşa- Ben olsam bana ikramda bulunur muyum?”
Sonuca yaklaşırken şunları söylemek gerek:
Şartlar değişebilir, kaygılar yakamızı tutabilir, çarklar tersine dönebilir. Biz her zaman Allah’a itimadımızı bilemeği unutmayalım. Rabbim maddi-manevi rızıklarımızı bol, şükrümüzü dam eylesin. (Amin)
Sözümüzü balla bitirelim:
"Ey Allahım! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki; önce gelenlerimize (zamanımızdaki dindaşlarımıza) ve sonradan geleceklerimize bir bayram ve senden (gelen) bir mucize olsun. Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın"
(Maide,114)
Rabbim yazandan ve okuyanlardan razı olsun. Kalın selamette. . .